HAC ZİYARETLERİ
İlk Hac (Hicri 1393, Miladi 1974)
Muhterem Ömer Öztürk, yaptıkları otuz küsur haccdan ilk haclarını şöyle anlatırlar:
İlk haccımızı 1974 yılında Hz. Sâmi (k.s.) ile eda ettik. Mina ve Arafat’a çıkmak için, haccın hazırlığını yapan zevat kamyonet tutmuştu. Yaklaşık yirmi kişi o kamyonetin arkasına, birbirimizin üzerine sıkışarak oturduk. Neyse ki ön tarafta bir kişilik yer var. Oraya da, şoförün yanına, Sâmi Efendi hazretleri oturdular.
Mina’ya çıkma hazırlığı yaparken ihvanla aramızda şöyle bir konuşma geçti:
– Yahu orada (Arafat’ta) sizin teşkilatınız yoktur. Şuradan Hz. Sâmi Efendimiz için bir yatak götürelim.
– Kim taşıyacak yatağı?
– Ben taşırım Arafat’a kadar. Sonra oradan da geri getiririm.
– Neyle getirirsin?
– Sırtımda getiririm.
Neyse götürdük yatağı, Hazret de memnun oldu. Allah şefaatine nail eylesin. İstirahat buyurdular. Elhamdülillah, ilk haccı da bu şekilde tamamlamış olduk.
Başka bir hac ziyâretimizde Mina’da çadırı kurdu arkadaşlar. Bir de baktım karyola ve yatak getirmişler. Onlara dedim ki:
– 1394’te Hazret’e sırtımda yatak taşıdım. Birkaç sene sonra da Allahü Te‘âlâ ben istemeden böyle yatak gönderdi. Allah (c.c.), Hazret için ne yaparsam bu tarafta da karşılığını veriyor. Cenâb-ı Hak öbür taraftaki mükâfatları zayi etmesin. Esas karşılığı o tarafta verir inşallah.”
Bu hacc yolculuğundan dönüşte Muhterem Ömer Öztürk’ü sakal bırakmış olarak MTTB Kitap Kulübü’nde gören Mustafa Miyasoğlu, Durali Yılmaz, Ahmet Şişman, Ebubekir Eroğlu bu duruma oldukça şaşırırlar; hatta hayret ederler. Çünkü devletin her kademesinde kolaylıkla istediğini yaptırabilen, MTTB’yi 12 Mart’tan sonra örfî idarenin hâkim olduğu bir devirde kapatılmaktan kurtaran ve bu kadar yüksek hareket kabiliyetine sahip olan birisinin şimdi sakal bırakmış olmasına bir anlam veremezler. İslâmî gençlik hareketinin lideri Muhterem Ömer Öztürk, 28 yaşında hacca gitmiş ve sakal bırakmıştır ki o zaman o yaşta sakal bırakan hemen hemen hiç görülmemiştir.
Bu hayretler karşısında Muhterem Ömer Öztürk onlara, “Sakal sünnettir” diye cevap verir.
Durali Yılmaz; “Mahir İz Hoca, bile sakalsız” diye itiraz edince Muhterem Ömer Öztürk: “Örneğimiz Nebî (s.a.v.) mi, Mahir İz Hoca mı?” diye mukabele etmiştir.
Bursalı Hakkı ile Hac Yolculuğu
Muhterem Ömer Öztürk anlatıyor:
“Bursalı bir Hakkı Efendi vardı. Bizim birader:
– Bu sene hacca arabayla git, Hakkı ağabeyi de götür. Manen istifade edersin, diyordu. Daha sonra Hakkı Efendi ile tanıştık. Adamın konuşma ve hâlleri hoşuma gitmedi. Ağabeyime:
– Konuşmalarında saçma sapan şeyler anlatıyor. Uçuyor kaçıyor. Bizim böyle uçmayla kaçmayla işimiz yok. Ben bu adamı sevmedim, bu adamla hacca gidemem’ dedim. Ağabeyim:
– Aman Ömerciğim, ben söz verdim, rezil olurum, yapma, etme! dedi. Aradan bir müddet geçti. Efendi hazretlerinin hâdimesi Fatma:
– Babam seni çağırıyor, dedi. Gittim, Efendi hazretleri:
– Ömer, evladım. Bu sene inşallah hacca Bursalı Hakkı ile gidersiniz. Kendisi defaatle hac yapmıştır. Arapça da bilir. Size yol delili olur, buyurunca;
– Başüstüne efendim, dedim.
Bursalı Hakkı ile arabaya bindik. Yanımızda onun bir de müridi vardı. Yola çıktık. Ankara asfaltındayız. Başladı:
– ‘Dün gece Uganda’dan (manen) muz geldi, yedik vs…
Tam orada trafik levhası İçmeler sapağını gösteriyor. Çektim arabayı kenara:
– Bana bak Hakkı Efendi, Hazret götür dedi, ben seni onun için götürüyorum. Hâfız-ı Kur’ân’sın. Şimdi buradan başla. Kaç tane hatim indirirsen Mekke’ye, Medine’ye kadar; başımız üstüne, dinlerim. Bildiğin hadis varsa onları da söyle. Efendi hazretlerinden duyup dinlediğin menkıbeler varsa, onlar da başım üstüne. Bir daha Uganda, muz, uçtuk kaçtık gibi sözleri duymak istemiyorum, dedim. Müridi olan kişi:
– Aman Ömer ağabey çok büyük, manevi görevli bir zâttır. Sana bir zararı olmasın, bir şey deme buna, dedi. Ona da:
– Kes sesini, sen de aynı kurala tabisin. Saçma sapan konuşmak yok, dedim.
Medine-i Münevvere’ye geldik. Bir ev tuttuk. Sırayla ev işleri bulaşık, yemek, temizlik vb. yapılacak.
– Bulaşık, temizlik vb. işleri yaparım; ama ben hayatımda yemek yapmadım. Yemek yapmayı bilmem, benim sıram gelince çarşıdan hazır alırım, siz de yaparsınız, dedim. Müridi:
– O çok büyük bir velidir, onun bulaşığını da ben yıkarım, dedi.
– Hayır olmaz, burada tezkiye-i nefse uğraşıyoruz. Yıkasın bulaşığı, burnu sürtülsün! dedim. Bunları söylerken kendisi de içeride duyuyordu. Bulaşığı da yıkattırdım, evi de süpürttürdüm.
Allahü Te‘âlâ kimsenin sonunu öyle etmesin. Ömrünün sonunda televizyonda Hakkı’yı göstermişler. İki bina arasında bir tünel açmış. Kadınlar bir taraftan giriyor, öbür taraftan çıkıyor. Cennete yol kurmuş, parayla milleti tünelden geçiriyor. (20 sene evvel) Kendisine aldananlardan bir kadın televizyonda diyor ki:
– Bir milyar para harcadım, hâlâ cennetin kokusunu alamadım.
Bu durumlara düştü. Allah muhafaza etsin. Kendisine Efendi hazretleri o kadar itibar ederdi ki:
– Namazı Hafız Hakkı kıldırsın, der namazı ona kıldırırdı.
Hakkı son zamanlarında ‘Artık namaza da başladım’ demiş. Ulu Cami’nin önünde kitap satardı.
Bunları şunun için anlatıyorum: Maneviyat yolu oyuncak yolu değil, Allah muhafaza etsin. Bu yolu maddî geçimine âlet ederse bir kimse, bu hâllere düşer.
Medine’de 12 kişi idik, en son Sâmi Efendi hazretleri, onunla hiç kimsenin münasebet kurmayacağını, görüşmeyeceğini, konuşmayacağını, onu sohbetlerine kabul etmeyeceğini hepimize tebliğ etti. Burası böyle bir yer. Allah muhafaza etsin.”
1976 Haccı ve Mina’da Hz. Sâmi’nin (k.s.) İkramı
“Sâmi Efendi hazretleri 1976 Haccı’na gitmesi için torunu Mahmud Kirazoğlu’na:
– Ömer ağabeyine söyle, bu sene hacca arabayla gitsin, seni de hacca götürsün, buyurmuşlar.
– Peki, baş üstüne, dedim. Hazret götür dediyse mesele yok. Ama 8.000 km. yol gideceğiz, bu esnâda Mamud sıkılabilir düşüncesiyle yanımıza iki tane daha genç arkadaş aldık. Bizim bir Station Peugeot araba vardı, hep beraber onunla hacca gittik.
O zamanlar hacca gidenler, haccın çok kalabalık olduğunu bilirler. O mahşerî kalabalıkta Mina’da çadırlarda bulunduğumuz sırada Suriyeli bir hoca efendi (sonradan adının Ömer olduğunu öğrendim):
– Selâmunaleyküm, siz Sâmi Efendi’nin evladı mısınız?’ dedi. (Alnımızda mı yazıyor Hz. Sâmi’nin (k.s.) evladı olduğumuz?)
– Evet, dedim.
– Tamam, benim size vereceğim hediyeler var. Şu dört portakal size, filan yerden gelmiş hediyemdir. Alın bunları, afiyetle yiyin, dedi.
Eğer sen bu yola gönül vermişsen her zaman takip ve murakabe altındasın bi-iznillah. Kaza geçirirsin yanında olur (bkz. kaza, s. 132), yanıldığın yerde düzeltir (bkz. Ulaştırma Bakanı Rıfkı Danışman ile yapılan görüşme, s. 88); Mina’da o mahşerî kalabalıkta seni buldurur, portakal bile ikram ettirir.
Allahü Te‘âlâ onun evladı olarak yaşamayı ve öylece son nefesi vermeyi nasip etsin. (Âmin)
Orada bizimle beraber bulunan bir arkadaş diyor ki:
– Bize Mina’da portakal ikram eden zâtı hiç unutmuyorum. Düşmanına korku veren heybetli acayip bir görüntüsü vardı. Ömer ağabey o zât gidince bize, ‘Bu zât manevi görevlidir, demişti. Enteresan bir adamdı o…’”
1977 Hac Yolculuğu ve Trafik Kazası
Muhterem Ömer Öztürk, 1397 yılında (m. 1977) hacca Refik Tayla ve eski ortağıyla beraber arabasıyla giderler. Dönüş yolunda gece yarısında Suudi Arabistan sınırını geçtiklerinde Öztürk arabadakilere;
– Şurada duralım, yemeğimizi yiyelim, istirahatımızı edelim, ondan sonra yola devam ederiz.
Arabadakiler gençliğin de verdiği heyecan ve kuvvet ile;
– Ağabey yolcu yolunda gerek, yola devam edelim, dediler. Böylece yola devam edilir. Arabayı Refik Tayla kullanmaktadır. Tayla:
– Ağabey siz çok yoruldunuz, uzun süredir de uyumadınız. Arka koltukta biraz istirahat edin, deyince Öztürk:
– Eğer şoförün yanında oturan uyumazsa olabilir, der ve arka koltuğa geçer.
Muhterem Ömer Öztürk uyuduktan sonra evvela şoförün yanındaki, biraz sonra da şoför uyur ve Ürdün’ün başkenti Amman’a 60 km kala, gece yarısı saat 03.00 sularında araba dört beş takla atar. Kazada Öztürk arka koltuk ile ön koltuk arasına, ayak basılan yere sıkışır. Diğer iki kişi kapılardan fırlarlar. Ömer Ağabeylerinin sıkıştığını görünce telaş ile arka camı kırıp sıkıştığı yerden zorla çıkarırlar. Ancak çıkartırken de vücudunda birçok hasar meydana gelir. Sağ ve sol tarafta yırtılmalar, kanamalar, kırılmalar olur. Bu vaziyette Öztürk’ü dışarı çıkarıp kumların üzerine yatırırlar. Ömer Öztürk’ün orada söyledikleri şunlardır:
– Ya Rabbi bütün kaza, kader senin takdirindir. Senden gelene razıyım, bu kaza senden gelmiştir. Aramıza şeytanı sokma.
Kaza olduğunda Ömer Öztürk otuzlu yaşlarındadır. Yanında bulunanlardan ikisi ise ondan daha gençtir. Kazadan sonra;
– Ömer ağabey sana bir şey olursa, Allah korusun sen ölürsen biz ne yaparız? diyorlardı. Öztürk yine aynı lâfızlarla Refik Tayla’ya;
– Sakın aramıza şeytanı sokma. Kaza ve kader Allah’ın elinde, Allah’tan gelen her şeye râzı olmalıyız, diyerek oradakileri teskin etmeye çalışır.
Her Durumda Sünnete Bağlılık: Kırık Bel ile Kılınan Teheccüd Namazı
Kazada arabayı kullanan Refik Tayla anlatıyor:
“Ömer ağabey gece yarısı, o yaralı hâliyle abdest aldı; dört rekat, hem de ayakta teheccüd namazı kıldı. Kendilerine o zaman demiştim ki:
– Ömer ağabey ne olur bu farz namaz değil, sünnet olan bir namaz, günahı vebali benim olsun yat, kılma namazı! Ama o yine de kılmıştı.”
Kazazedeler kanlar içerisinde yatarken bu hâllerine şahit olan bir kamyon durur ve yaralıları kasasına alır. Bu şekilde hastaneye giderken polisle karşılaşırlar. Yaralıları kamyon kasasından indirerek kendi arabasına alan polis, süratle Amman’da bir hastaneye götürür. Hastaneye girildiğinde sabah olmasına pek kalmamıştır. Nöbetçi pratisyen hekimler filmleri çekerler. Filmlerde bel kemiğinin, kaburgaların ve daha birçok kemiğin kırıldığı görülmektedir. Pratisyen hekimler filmleri yukarıda uyuyan uzman hekime götürürler.
Uzman hekim filmlere bakınca;
– ‘Hasta, hastaneye nasıl geldi?’ diye sorar.
Pratisyen hekim:
– İki arkadaşının omuzlarına tutunarak ayakta geldi, deyince uzman hekim:
– O şekilde hastaneye geliyorsa bu filmlerin hepsi yanlış! Bu kırıkların sahibi yerinden kalkamaz. İster gitsin, isterse sabaha kalsın, der.
Bunun üzerine oradan bir kamyon tutarlar. Kaza yapan arabayı da kamyona yükletirler. Ömer Öztürk’ü de şoför mahalline yatırırlar. Öylece oradan yola çıkıp Suriye’yi geçerek gece Suriye hududuna gelirler. Ancak huduttan geçirmek için rüşvet isterler. Rüşvet vermediklerinden sabaha kadar orada beklemek zorunda kalırlar. Sabah olunca rüşvet isteyen memur gider, yerine gelen memur işlemleri yapar ve Suriye hududundan bu şekilde geçilmiş olur.
Türkiye girişine gelindiğinde, kamyon Ürdün plakalı üzerindeki araba ise Türk plakalı diye içeriye alınmazlar. İçeri almak için 1000 lira rüşvet istenir, ama rüşvet verilmez. Bunun üzerine Hatay Reyhanlı’dan bir kamyon bulup getirirlerken kamyonun şoförü, ‘Bunlar rüşvet vermeyecek!’ diyerek rüşveti kendi verir ve kamyonunu gümrükten çıkarır. Muhterem Ömer Öztürk’ün yaralı haline şahit olan aynı şoför:
– Yahu adamın beli kırık olmasına rağmen abdest alıyor, değil farz namazı teheccüd namazını bile kılıyor. Biz ne biçim Müslümanız?, diyerek sevincinden, memnuniyetinden ağlayıp namaza başlamıştır, elhamdülillah.
Rıza Makamı
Nihayet Adana’ya ulaşırlar. Otomobili orada bırakıp Ömer Öztürk’ü uçağa bindirip İstanbul’a gönderirler. Yolculuk esnasında çekilen bunca meşakkat neticesinde vücuttaki rahatsızlıklar iyice artar. Hekimler, “Eğer Ürdün’deki hekimler seni bırakmasaydı, çok daha hafif atlatırdın, dokuz ay değil, birkaç ay yatarak kurtulabilirdin”, demişlerdir.
İstanbul’da uçaktan inince eve gidilir:
O esnada Sâmi Efendi hazretlerinin torunu Mahmud:
– Dede, Ömer ağabey cuma namazına sizinle beraber gitmek için çok çalıştı, ama gelemedi, deyince Hz. Sâmi (k.s.):
– Biz Ömer Öztürk ile beraber değildik de ya kiminle beraberdik,
diye buyurmuşlar. Allah şefaatlerine nail eylesin.
Evde iken Sâmi Efendi hazretleri, Muhterem Ömer Öztürk’ü yol arkadaşlarıyla beraber huzurlarına çağırır. Ömer Öztürk, kayınbiraderi Dursun Topçu da yanında olduğu halde huzura girer. Hz. Sâmi (k.s.) yolcuları ayakta karşılarlar ve önce Öztürk’ü karşılarındaki tahta sandalyeye oturtup sonra, kendileri yerlerine oturarak mübarek elleriyle Muhterem Ömer Öztürk’ü işaret edip;
– Rıza makâmına ermek kolay mı? Rıza makamına ermek kolay mı? Daha senin ileride yapacağın çok iş var, vazifeler var,
diyerek başlayan 65 dakika süren sohbette seyr-ü sülûku anlatırlar.
O celsede Sâmi Efendi hazretleri, huzurdaki üç kişiye de (Muhterem Ömer Öztürk’ün eski ortağı, Refik Tayla ve Dursun Topçu’ya) ders verirler. Bu üç kişi Hazret’in ders verdikleri son kişiler olmuşlardır.[18]
Kazadan hemen sonra Öztürk’ün, kumların üzerinde yatarken
‘Ya Rabbi! Kaza, kader senin elindedir. Ben şu kazadan ötürü senden razıyım. Aramıza şeytanı sokma’
şeklinde ettiği duaya atıf yapan Sâmi Efendi, âdetâ “Kumların üzerinde yatarken sen söylüyordun biz de buradan tabiri caiz ise televizyon ekranından takip ediyorduk” diyordu. Elhamdülillah, Hazret’in himmeti her zaman olduğu gibi trafik kazasında da üzerinde idi. Sâmi Efendi hazretlerinin evine gittiğinde iyice perişan vaziyette olan Muhterem Ömer Öztürk, orada Hazret’in manevi tedavisi ile düzelir ve Hazret’in duasının bereketi ile daha sonraki tedavileri de gerçekleşmiş olur. Muhterem Ömer Öztürk, Hazret’in yanından çıkınca yanındaki arkadaşlarına:
– Siz kazada, “Ağabey sana bir şey olursa, Allah korusun sen ölürsen biz ne yaparız”, diyordunuz. Hazret, ‘Daha senin ileride yapacağın çok iş var, vazifeler var’ diyerek size de cevap vermiş oldu, der.
Allah şefaatlerine nail eylesin, yollarından ayırmasın. (Âmin)
Trafik kazasından sonra dokuz ay yatan Muhterem Ömer Öztürk’ün ziyaretine maneviyat ehli bir zât gelir. Öztürk’e:
– Ömerciğim; seni bu enerji ile durdurma imkânı yoktu. Allah belini kırdı ki bundan sonra oturarak hizmet edesin diye. 24 saat sürekli koşturuyordun, çalışıyordun, başka türlü durdurulamazdın.
Seyr-ü Sülûklarının Tamamlanması
Nakşî yoluna bağlı bulunan Muhterem Ömer Öztürk, aynı zamanda Hz. Mahmud Sami (k.s.)’nun kendisine verdiği Kâdiri dersine de devam ederek bu yoldan da tefeyyüz etmişlerdir. Kendilerine bu konuda yöneltilen bir soru üzerine seyr-ü sülûkları ile ilgili şu bilgiyi verirler:
“Medine’ye gelmemizden bir iki sene evveldi. Sâmi Efendi hazretleri son dersi de o tarihte vermişlerdi. 1398 senesi (miladî 1978) Şaban ayında Beraat Kandili’nde, Sâmi Efendi hazretlerinin damadı Ömer Kirazoğlu, babam, ağabeylerim İsmail ve Cevat Öztürk ve Mahmut Hocanın bulunduğu bir mecliste hep birlikte otururken her zaman oturdukları koltuktan kalkıp;
– Burası senin yerindir, gel otur, buyurdular ve herkesin huzurunda beni kendi koltuklarına oturtturup tam karşımdaki koltuğa da kendileri oturdular.
Seyr-ü sülukumuzun başlangıcı, çok daha öncesine gidiyor; ancak MTTB başkanlığında ders hafifletilmişti:
– Talebe Birliği’niz var, sadece bir Fatiha üç İhlas okursunuz ruhaniyete, gerisi tamamdır, buyurmuşlardı.
Eğer Talebe Birliği döneminden sonrasını sayacak olursak seyr-ü sülûkumuz 1973-78 seneleri arasında ikmale ermiş oluyor.”
Sosyal Medya Hesaplarımızı Takip Edin