Facebook
Twitter
YouTube
android
  • Esad Erbili (k.s.)
  • Hayatı
  • Halifeleri
  • Menkibeleri
  • Eserlerinden Pasajlar
  • Esad Erbili Silsilesi
  • Sohbetler
  • İletişim

MENKİBELERİ

Hâfız Efendi’nin Sülûku

Yine Şeyh Hâfız Efendi şöyle anlatır:

  • Nefsimin serkeşliğinin son günleri imiş; Üstâdım Şeyh Hazretleri, gözüme öyle çirkin gözüktüler ki; âdeta ondan tiksindim, nefret etmeye başladım. Hattâ sövmek nedir bilmediğim halde içimden nefsim, Üstâdıma sövüyordu. Bu halde iken, Üstâdım bana:
Detaylar
Hâfız Efendi’nin Sülûku
  • Şeyh Hâfız Efendi, gel seninle bahçeye çıkalım, dedi ve beni önüne düşürüp, ben önde o arkada bahçeye çıktık. Bir yere gelince arkamdan bir teveccüh ettiler; “Allah” deyip yere düştüğümü hatırlıyorum. Epeyce çırpındıktan sonra kendime geldim, baktım ki Hazret gitmiş. Gözümü açtığım zaman, âlem başka bir âlem olmuş. Üstâdımın yanına döndüm; mübârek gül cemâlini görünce, öyle bir güzel ki; dünya güzeli, güzeller güzeli. Ağlamaya başladım. O ise tebessüm ederek gülüyordu.

İşte, dergâhta günlerim böyle geçip az bir zamanda büyük mânevî merhaleler katedip, biiznillâh himmetleri ile sülûkumu ikmal ederek Yahyalı’ya döndüm.

Çoban Sürüsünü Bilmez mi?

Konya’dan bir ihvân İstanbul’a Hazret’i ziyarete gider. Huzurlarına girip, hoşamedî yaptıktan sonra, sünnete ittibâ (sünnete uymak için) Hazret; adını, memleketini sorar. O mürid Konya’ya dönüşünde Hazrete mektup yazar:

  • Efendim, falan zaman fakir, sizi ziyarete varmıştım. Fakat siz bizi bilemediniz, der.
Detaylar
Çoban Sürüsünü Bilmez mi?
Hazret mektubuna cevap yazar ve der ki:

  • Evlâdım, cesed; türâbidir (toprağa aittir), zulmânîdir, behîmi (yaratılışında zulmet vardır, hayvanî sıfatlı)dir. Yer, içer, uyur, evlâdını da Rûhaniyet ise; melekîdir, felekîdir, nûrânidir. Yemez, içmez, uyumaz ve evlâdından da gâfil olmaz, buyurmuşlardır.

Diğer bir sözünde de:

  • Bir mürşid-i kâmil Allah’ın izniyle, Allah’ın bilirmesiyle çobanı  olduğu  sürüsünden   haberdardır; tek tek isimleriyle, şekilleriyle, meşguliyetleriyle, halleriyle  tanır,

“Hepiniz çobansınız, çoban güttüğü sürüden mesuldür.” hadis-i şerifi gereğince; eğer bir mürşid, çobanı olduğu sürüsünden, yani evlâtlarının hallerinden haberi olmaz ise, o mürşid nâkıs (noksan)dır, demiştir.

Fennî Fırın’dan Yeni Çıkmış Gibi!

Ekmekçi Mehmed Efendi anlatmıştı:
Konya’nın meşhur Fenni fırınında ekmekçilikte çalışırdım. Şeyh Esad Efendimize yeni intisab etmiş, lâkin mübârek yüzlerini görmemiştim. Bir gün Konyalı bir ihvânımız yanıma gelip selâm verdi, hal ve hatırımı sorduktan sonra;

Detaylar
Fennî Fırın’dan Yeni Çıkmış Gibi!
  • Mehmed efendi kardeş, ben İstanbul’a Üstâdım Şeyh Esad Efendi Hazretlerini ziyarete gitmiştim. Lüzum eden görüşmeyi yaptıktan sonra, bana dedi ki:
  • Konya’da ekmekçi Mehmed Efendi var, tanır mısın?
  • Evet efendim tanırım,
  • Öyle ise selâm söyle; bize somun ekmek göndersin, dedi.

Başladım ağlamaya; anladım ki, Hazret beni istiyor. Hemen işimi bırakarak bir heybeye somun ekmeklerden doldurdum, kara trene binip İstanbul’a gittim, o zaman tren İstanbul’a iki-üç günde varırdı. Tabiidir ki ekmekler kurudu.

Ben varmadan Üstâdım yanındakilere:

  • Konya’dan Ekmekçi Mehmed Efendi geliyor, karşılayın, buyurmuş.

Sora sora dergâhı buldum., lâkin içeri utancımdan girememiştim. Hemen ihvânlar koşarak geldiler:

  • Konyalı Ekmekçi Mehmed sen misin,
  • Evet,
  • Buyurun, Efendi Hazretleri seni istiyor, Misafir odasına aldılar. Heybeyi bir kenara koydum, beklerken; Mübarek Sultânım teşrif ettiler, selâm verip:
  • Hoş geldin Mehmed Efendi, hoş geldin, Mübârek ellerini öptüm, gösterdiği yere oturdum. Buyurdular ki:
  • Hani, somun ekmek göndersin, diye haber göndermiştim. Somun ekmek getirmedin mi?
  • Getirdim efendim amma, kurudu gitti,

Hemen bir beyaz muşamba getirip açtılar ve bir tabakta tereyağı getirdiler. Heybeden ekmekleri çıkarıp sofra üzerine koydum. Mübârek elleriyle ekmekleri bir bıçakla yarıp, arasına tereyağı koydu. Eliyle üzerlerine basarak kapattı ve üst üste koydu. İhvânlar da sofraya dizildik;

Buyurun, dediler. Elimi ekmeğe dokunduğum zaman, yeni fırından çıkmış gibi sıcak, yağ içinde erimiş. Başladım ağlamaya. Üstâdım hem yiyor, hem de bana bakarak gülüyordu!

Emanete Riayet

Devlet demir yollarında çalışan İhsan Efendi anlatmıştı:

  • Hanımım hastalanmıştı. İstanbul’a götürüp, Üstâdım Şeyh Muhammed Esad Efendi Hazretlerini ziyaretle durumu kendilerine arz
  • Hastahaneye yatırıp tedavi edilmesini, tavsiye

Emirleri gereğince hastahaneye götürdüm, baştabip muayene edip hastahaneye aldı. Hastayı yatırdıktan sonra, iznim olmadığı için vazifemin başına döndüm; Evvel Allah sultânıma havale ettim.

Detaylar
Emanete Riayet
Ben gittiğim günden itibaren her akşam, bir hanım bizim hanımın yanına gelerek selâm verir, hal ve hatırını sorar:

  • Beni Şeyh Efendibaba gönderdi, der ve yanına oturur, onu neşelendirir, sohbet Bizim hanım uyuyuncaya kadar durur, ondan sonra gidermiş. Ben varıp hanımı hastahaneden çıkarıncaya kadar böyle her gece devam etmiş.

Hastahaneden çıkınca bizim hanım bana:

  • Efendi babaya gidip, hem veda ziyareti yapalım, hem de kendisine teşekkür edelim; beni yalnız bırakmadı, mahzun ettirmedi, diyerek yanına gelen kadını anlattı. Birlikte Hazretin yanına varırlar:
  • Efendim; Allah razı olsun, fakîriniz gittikten sonra bizim hanımın yanına her akşam bir hanım kardeşi göndermişsiniz. O da, onu mahzun bırakmamış sohbetleriyle neşelendirmiş. Teşekkür ederiz efendim, demiştir.

Darü’l-Fünûndan Bir Müderris

İstanbul’da, Darü’l-Fünûn’da hadis dersleri veren bir müderris yaşlanır ve emekli olur. Bu müderris, emekliliğinde gönül iklimine girip ömrünün kalan yıllarını o yolda geçirmek ister. Kendisine bağlanacağı bir şeyh bulmak üzere kapı kapı, dergâh dergâh dolaşır. Sonunda kendisine zamanın en büyük kutbunun Kelâmî Dergâhı şeyhi Esad Efendi olduğu söylenir. O da adresini alır, kalkar Esad Efendi’yi ziyarete gider. Buluşurlar, kucaklaşıp sohbete başlarlar. Karşılıklı hoş sohbet yapılır, kahve içilir. Konuşmanın bir yerinde hadis müderrisi/profesörü:

Detaylar
Darü’l-Fünûndan Bir Müderris
“Efendim, zamanımızın en büyük kutbu sizmişsiniz, sizden mânevî ders almak istiyorum…” der.

Esad Efendi mahcup bir şekilde başını önüne eğer ve bir süre sessisce öylece kalakalır. Daha sonra mahzun bir yüz ifadesi ile sorar:

“Estağfirullah hocaefendi, fakire söyleyin, siz bir hadisçisiniz… Bu ümmetin faziletçe en üstünü   kimdir?”

“Hazret-i Ebubekir (r.a)  efendim…”

“Söyleyin fakire hocaefendi, O’na son nefeste îmân garantisi verilmiş miydi?” Müderris:

“Hayır efendim” deyince Esad Efendi:

“Hocaefendi, bu ümmetin en büyüğüne bile îmânla ölme garantisi verilmemiş iken, bu âcizin son nefeste durumu ne ola ki… Bizim sonumuz ne olacak? Yıllardır bu havf (korku) ile yaşıyoruz. Acaba îmânla ölebilecek miyiz?

Nerede kaldı şeyhlik, nerede kaldı kutbluk. Son nefeste îmân, son nefeste îmân. Buyurun âkıbetimiz ne olacak, oturup halimize, âkıbetimize ağlayalım!” diye karşılık verir ve ağlamaya başlar. Hadis müderrisi durumdan etkilenir o da ağlamaya başlar ve beraberce ağlarlar.

Konyalı Dişçi Babanın İntisabı

Dişçi Mehmed Efendi Esad Erbilî Hazretlerine intisab eden Konya’dan üçüncü kişiydi. Daha önce intisab eden Karamanlı Müderris Osman Efendi ve Kaşıkçı Ali Rıza Efendilerle çok samimi ahbaptı. Ölene kadar da bu  arkadaşlıkları  devam etmişti.
Gel zaman git zaman dişçi Mehmed Efendi, Müderris Osman Efendi ile birlikte kaşık satmak için çevredeki illerden birine gitmişler. Bakıyor ki teheccüd vakti Müderris Osman Efendi her gece kalkıp namaz kılıyor, Kur’ân ve tesbihatla meşgul oluyormuş. Dişçi Mehmed Efendi;

Detaylar
Konyalı Dişçi Babanın İntisabı
“Bunun mânâsı nedir?” diye sorunca Osman Efendi ona tasavvufî hayat ve Esad Erbilî Hazretlerini anlatır. Bu olayla Dişçi Baha’nın gönlüne ilk ateş düşer. Ancak bu konu bir süreliğine kapanır.

Aradan bir iki ay gibi bir zaman geçer ve Dişçi Baba bir gece rüyasında Esad Erbilî Hazretlerini (k.s.) görür. Ertesi gün arkadaşlarına;

“Bu gece rüyamda Esad Efendi Hazretlerine gittim. Sokakları, evleri, O’nun dergâhını ayan beyan gördüm, O’nu ziyaret ettim” diye rüyasını ayrıntılarıyla  anlatır.

Kaşıkçı Efendi ve Müderris Osman Efendi bunun üzerine;

“Haydi, hep beraber Esad Efendi’ye gidelim”   derler.

Ve onu İstanbul’a, Kelâmî Dergâhına  götürürler.

Yolda giderken Dişçi Mehmed Efendi rüyada gördüğü yerelere gelince;

“-İşte rüyamda burayı da görmüştüm!” diyerek dergâha varırlar.

Derken Esad Erbilî Hazretleriyle görüşürler. Hemen ilk görüşmede Dişçi Efendiye mânevi ders verilir. Sonra Konya’ya dönerler.

Dişçi Efendi kabiliyetli bir derviştir. Ve çok kısa bir sürede seyr-u sülûkunu tamamladıktan sonra Esad Efendi onu Konya ve çevresine hilâfetle görevlendirir. O, uzun yıllar bu görevi sadâkatle, ihlâsla îfâ eder.

Dişçi Efendi Şeyhiyle sık sık mektuplaşır, O’ndan gelen tavsiyeleri Konya’da ihvana  aktarırdı.

Hayatının son dönemlerinde, vefat edeli kırk seneyi geçmesine rağmen sohbetlerde sık sık Esad Efendi’nin mektuplarını ihvana okuyarak hicran dolu bir gönülle hüngür hüngür ağlardı.

Esad Erbilî Hazretleri (k.s.) oğlu Mehmed Ali Efendi’yi sohbet ve ziyaret için Konya’ya gönderir. O da gider, gerekli vazifeleri yapar.

Konya ihvanı başta Dişçi Mehmed Efendi olmak üzere, herkes ona büyük bir hürmetle hizmet ederler.

Samimiyet ve muhabbetle bağırlarına basarlar. O da kendisine gösterilen bu teveccühten fevkalade duygulanır ve İstanbul’a dönünce durumu sitayişle babası Pîr Efendimize (k.s.) anlatır.

Esad Efendimiz de çok mütehassis olur ve iltifat dolu çok nazik bir mektupla Dişçi Mehmed Efendi’ye teşekkür eder.

Sultan Reşad’ın Gönderdiği Cübbe

Sultan Reşad tahta çıktıktan sonra, bir cüppe diktirir, terziye “Yakasını dikme!” der. Sultan Reşad, küçük bir kâğıda Kur’ân’ı Kerim’den bir âyet yazar, yakanın içine kor ve onu terziye diktirir. Terziye; “Sen yanımda kal” diyerek yaveri olan paşaya cübbeyi vererek Pir Efendimize gönderir ve tembihler: “Esad Efendi (k.s.) giyerken ağzından ne çıkarsa bir kâğıda yaz ve bana getir!” Bunun üzerine paşa dergâha gelir ve bizzat kendi eliyle cübbeyi giydirmek ister. Esad Efendi (k.s.) önce “Olmaz, kendim giyerim!” diye itiraz edecek gibi olsa da paşa; “Olmaz, padişahımızın emri, ben giydireceğim” deyince, ulu’l-emre itaat gerek diyerek cübbeyi paşanın elinden giyer.

Detaylar
Sultan Reşad’ın Gönderdiği Cübbe
Giyerken besmele çekip Fecr sûresinin son dört âyetini okur. “Ey mutmain olmuş (huzura kavuşmuş) nefs! Sen Allah’tan razı, Allah da senden razı (hoşnut) olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına gir! Cennetime gir!” Meğer Sultan Reşad’ın cübbenin yakasının içine yazıp koyduğu âyetlermiş bunlar. Sultan Reşad bu durum karşısında duygulanıp ağlar ve Esad Efendi hazretlerine intisab eder.
Sosyal Medya Hesaplarımızı Takip Edin
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram
  • YouTube
  • Google Play
  • iTunes
  • Spotify