Esad Efendi hazretlerinin, ilmî ve mânevî cephesi kadar edebî yönü de fevkalade ileridedir. Ana dili Türkçe olmakla beraber Arapça, Farsça ve Kürtçe de bilirdi. Onun bu sahadaki muvaffakiyetini anlamaya sadece Divan adlı eserini tedkik etmek kâfidir.
Ali Ulvi Kurucu anlatır: İbrahim Sadri Bey (Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin oğlu), Esad Efendi’nin şiirlerini çok beğenmişti.
“Yahu Allah aşkına, bana bu şiirleri yazın!” dedi. Sonra şiirlerin diline dikkatimizi çekerek şöyle söyledi:
“Efendiler, farkındasınızdır. Esad Efendi’nin lisanının zenginliğine bakın! Sermayesi geniş olan tüccar büyük işler yapar. Dar olan bir iş göremez, ancak çoluk çocuğunun rızkını çıkarabilir.
Şu şiirlerindeki zenginliğe bakınız. Bir kere ilim, irfan, bilgi var. His var, heyecan var. Hisleri, heyecanları yükseltecek, kanatlandırıp arş-ı âlâya kadar yükseltecek îmân var.
Zihinde, gönülde, ruhta denizler gibi dalgalanan hislerin, düşünce ve tasavvurların, hayallerin imkân âlemine çıkıp diğer insanlara intikâlini temin eden mükemmel bir vasıta yani fevkalade bir lisan var.
Şu kelimelere bakın, şair Esad Efendi (k.s.) en ufak bir kelime sıkıntısı çekmiyor. His ve heyecanlarını neredeyse aynen bize de hissettirip duruyor. Bizi de heyecana getiriyor. Gözlerimizi yaşartıyor. Şu güzel Türkçeye bakın, bir de şimdi ne hâle sokulduğuna bakın.
Yine İbrahim Bey, Esad Efendi’nin şairlik yönü için bir şiirine atfen şu değerlendirmeyi yapar:
“Bizde meşhur olmayan ancak şair-i â’zam denmeye lâyık öyle meçhul zâtlar var ki… Fakat tevazudan yahut muhitin kadr-ü kıymet bilmezliğinden, bu kimselerin isimleri tarihe büyük şair olarak geçmemiştir. Şiirlerini belki dostları, hoca ise talebeleri, şeyh ise müridleri, dervişleri bilmiştir.
Üstad Necip Fâzıl, Esad Efendi’nin şairliğini, edebî kişiliğini şöyle değerlendirir:
“Şiirlerine gelince; bunlar Şeyh Esad Efendi’nin ince bir hassâsiyet ve şiir kâbiliyetine mâlik bulunduklarına işârettir…”
Esad Efendi hazretlerinin dîvânı mürettep bir dîvândır. Şiirler büyük çoğunlukla aruz vezniyle yazılmıştır. Türkçe ve Farsça şiirler çoğunlukta olmakla birlikte, Arapça manzumeler ve bir de Kürtçe gazel bulunmaktadır. Esad Efendi (k.s.) zaman zaman da tasavvufî halk edebiyatı şairleri gibi şiirler ve onlara tahmisler de yazmıştır. Dîvân, Dîvân-ı Esad adıyla ilk defa 1337/1918 tarihinde Evkaf matbaasında 67 sayfa olarak basılmıştır. Yeni harflerle de Cemal Bayak tarafından 1991’de yayınlanmıştır. Dîvânda bir de zaman zaman ayrı basılan, Farsça ‘Mevlîd-i Fâtıma Manzûmesi, bulunmaktadır.
Daha Divan’ının girişinde, hem eserini kaleme alma sebebini anlatırken hem de, Divan edebiyatında kullanılan ve yanlış yere çekilmeye çalışan sembollerin ne mânâya geldiğini açıklamış ve böylece Dîvân edebiyatını bu semboller üzerinden karalayanlara cevap vermiştir.
Esad Efendi hazretlerinin Dîvân’ına yazdığı mukaddime şöyledir:
“Makâm-ı velâyetleri derece-i subûta varmış ve fazl-u kemâllerinin şâhidi haddi tevâtürü geçmiş bulunan e’âzım-ı ricâlin bazıları, tab’an latîf ve meşreben zarîf oldukları ve bir hayli manzûmelerinde mey ve mahbûbtan bahsetmekte bulundukları cümlenin ma’lûmudur. Bu ise âyât-ı kerîmelerdeki mecazlardan, istiârelerden zevk alamayan ve bâ-husûs i’tirâz etmeyi i’tiyâd etmiş bulunan hodpesendânın i’tirâzını câlib olduğundan muşârun ileyhim hazarâtının bu misillû elfâzdan maksatlarının ne olduğunu beyân eylemek fâideden hâlî olmasa gerektir. Ma’lûm ola ki, nefs ve şeytana mahkûm ve hevâ ve hevesine mağlûb olanlar, tarîk-ı sûfiyyeye sâlik bulunanların bilcümle lezâiz-i insâniyyeden mahrûm kaldıklarını i’tikat etmişler ve bu hayâl-i fâsid ile hallerini füyûzât-ı mâneviyyeden nevmîd ve istikbâl-i uhreviyyelerini bu sûretle tehdîd eylemişlerdir. Binâenaleyh bu hakîkatı anlayan ve bu misillû zihâb-ı bâtılın ta’dîlini arzu eyleyen evliyâ-yı kirâmın şu’arâ-yı be-nâmından bir çoğu tarîk-ı sûfiyyede mevcud olmayan ıyş-u işretten, şevk-u şetâretten, mey-ü meyhâneden, pir-i muğandan, sâkî ve sâğardan, bezm-ü tarabtan, mutrib-ü muğannîden, mahbûb-ı hakîkiden dem urmuşlar.Ve ehl-i mecâzın anlayabileceği ta’birât ile manzûmeler inşâ buyurmuşlardır. Şu kadar var ki bunların mahbûbu mahkûm-i zevâl olmayan Zülcelâl Hazretleri ile enbiyâ ve evliyâ-i kirâmın cemâl-i bâ-kemâl-i mânevîleridir. Mey dedikleri şey; gam ve kasvet-i dünyeviyyeden eser bırakmayan muhabbetullahdır. Meyhâne ise sâlikân için te’sîs edilmiş ibâdethânelerden ibâret olup pîr-i muğandan dahî maksat mürşid-i kâmildir. Sâkî ise kulûb-i müsterşidîne ıkrâ’ için vâsıta olan hulefadır. Bezmleri salikânın müctemian ezkâr-ı şerîfe ve terennümât-ı latîfe ile bade-nûş-i muhabbet ser-mest-ü ıyş-ü ışret oldukları demlerdir.
Bu sûretle vâkî olan ifadelerden sonra şunu da beyân edelim ki, bu misillû zevât-ı kirâm mecâz vâdisinde mevcûd olan mazarrât-ı dîniyye ve dünyeviyyenin takdîri ile hakîkat mebâdîsinde mev’ûd olan saâdet-i ebediyyenin tasvîr ve tercihini ukûl-ı selîmenin muhakeme-i müstakîmelerinden ümîd-vâr bulunmuşlardır. Cenâb-ı Hakk ve Hâdî-i Mutlak Hazretleri ihvân-ı dînimizi esâret-i nefs ve şeytandan kurtarıp hürriyet-i İslâmiyyeden mahrum buyurmasın, âmîn.”
Yani burada özetle Esad Efendi hazretleri demek istiyor ki; Dîvân edebiyatında kullanılan kadın, saki, şarap, mey vesaire kelimelerin birer sembol olduğu zaten okumanın derin yapılması halinde bu sonuca ulaşılacağı âşikârdır. Tasavvufi halleri anlatmak için bunları kullanmakta bir beis olmadığı gibi, bu mecazları hakikat sanmak ya câhilliktendir ya da hainliktendir buyuruyor.
Dîvân’ın ikinci bölümünü Türkçe şiirler teşkil etmektedir. Burada da gazeller, rubâ’îler, na’tler, gerek başkalarının ve gerekse kendi şiirlerine yazılan tahmisler ve Hz. Fatıma ile ilgili yazdığı 73 beyitlik Farsça mevlid yer almaktadır.
Sosyal Medya Hesaplarımızı Takip Edin