Mektûbâtlar, tasavvuf tarihinde, tasavvufun önemli kaynakları arasında sayılmıştır. Mektubat geleneğine uygun tarzda yazılmış eserlerde birçok tasavvufi bilgiye rastlamamız mümkündür. Mektûbât Esad Efendi (k.s.)’nin en kapsamlı ve hacimli eseridir. Özellikle Erbil’de bulunduğu sırada sevenlerine ve dostlarına yazdığı yüz elli dört (154) mektuptan oluşmaktadır. Bunların tamamına yakını Türkçe olmakla birlikte, birkaç Arapça ve Farsça mektup da vardır. Mektûbât’ın başındaki ilk altı mektupla 36. Mektup Tasavvuf mecmuasında makale olarak yayınlanmıştır. Mektûbât eski harflerle 1338/1919 Evkaf matbaasında ve 1341/1922 tarihinde Kâmil Bey matbaasında 190 sayfa olarak iki kere yayınlanmıştır. Esad Efendi (k.s.), bu mektuplarda döneminde geçerli, oldukça edebî ve âhenkli bir dil kullanmıştır. Yazılarını genellikle âyet-i kerimeler ve hadîs-i şerifler etrafında şekillendirmiştir. Bu mektuplarda tasavvufî ve ahlâkî pek çok konuyu gündeme getirmiş ve bunları bir mektup muhtevası içinde çok özlü bir şekilde ele almıştır.
Bu mektuplar çok değişik konuları ihtiva etmektedir. Bu konulardan başlıcaları: İslâm’ın insana bakışı, nefis tezkiyesi, iyiliği emir-kötülüğü nehiy, tesbih, infak, zikir, tarikat, râbıta, murakabe, ihlâs, Allah sevgisi, sünnet-i seniyyeye ittiba, ilim, zühd, cezbe, aşk, irşad, mürşid, muhabbet, nefsin mertebeleri, sabır, şükür, letâif, ihsan, dua-niyaz vs. gibi konulardır.
MEKTUBAT’TAN:
İslâm’ın Yüceliği
Müslüman olmuş Hıristiyan bir ilim adamına yazılmıştır.
Cerîde-i Havadis gazetesinde yayınlanan; Cenâb-ı Hakk’ın ezelî inayeti, sâdece O’nun sonsuz hidâyeti ve çevresini nurlara gark eden hakikat güneşinin, kalblerini îman nûru ile tenvîr ederek, çevresine feyz ve bereket dağıtıcı bir hâle getirdiği mühtedîlerle ilgili bir haber, fakirin gözüne ilişti. Böylesine güzel bir haber ve öylesine güzel bir vesile, bu duacı kardeşinizi şükran borcu altında bıraktı.
Evet, aslı, nesli, ilmi ve irfanı ile benzerleri arasında temayüz etmiş, dinlerin hakikat ve inceliklerine ve bunların vesikalarına vâkıf olmuş bir zât, yaptığı araştırma ve incelemeleri sonunda, gerçek din olarak İslâm’ı seçmiş ve hidâyete ererek Müslüman olmuştur. İnsanlık âleminin, dosdoğru, açık ve seçik olan hidâyet yolunu seçip tercih edeceğinde şüphe yoktur. Bu yüzden hakîkî ve gerçek Hâdi, kullarına en doğru yolu, en güzel bir üslûb ile gösteren Cenâb-ı Hakk’a en samimî şükürlerimi arz ediyorum.
Sâhibü’l-minber ve’1-mihrâb -aleyhi salevâtü’lMeliki’l-VehhâbEfendimiz Hazretleri “Yâ Rabbi! Bu dîni Hattâb oğlu Ömer’le kuvvetlendir ve yücelt” buyurmuştur. Sizin de bildiğiniz gibi, bu fakîr ve hakîr kardeşinizi böylesine sevindiren husus, özü saadet ve mutlulukla yoğrulmuş Dîn-i Mübîn-i İslâm’ın “Biz anne, baba ve ecdadımızı böylece bu yol üzerinde bulduk” bahanesini aşarak, mesnedsiz bir iddiaya bağlı kalınmadan seçilmiş olmasıdır. Aksine bu tercih, öncelikle akl-ı selîm, naklî delîl ile her türlü tahrif ve tağyirden uzak kalabilmiş, semavî kitapların incelenmesi sonunda, hikmet ve mantık kaidelerine uygun olarak yapılmıştır.
Allah’ım bize Hakk’ı hakk olarak göster. Ona tâbi olmakla bizleri rızıklandır. Bâtılı da bâtıl olarak göster ve bizlere ondan kaçınmayı nasîb et!
Şimdi akl-ı selîm ve fikr-i müstakim sâhiplerinden istirham ederim ki, himmet nazarlarını üzerimizden eksik etmesinler. Bütün maddî kemâlât ve yücelikleri câmî, rûhanî ve mânevî güzellikleri hâvi, Cenâb-ı Hakk’ın tevhîd denizinin kaynağı, adâlet ve merhameti herkese yaygınlaştıran, büyüklere saygı, küçüklere sevgi ve şefkat göstermeyi, misafir ve yakın akrabalara iyiliği emreden; cömertlik, sözünde durma, hayâ, atâ, ihsan ve benzeri güzel hasletlerin yaşanmasını isteyen; tecebbür, tekebbür, bilgisizlik, cehâlet, tembellik, gıybet ve dedikodu, başkasını kasden öldürme, ırz ve nâmûsa tecâvüz, ezâ, cefâ ve benzeri kötülükleri yasaklayan bir dîn; çirkin hurafe ve bozuk bilgilerle dolu, övgüye değer hiçbir özelliği bulunmayan bir dîn ile nasıl kıyaslanabilir? İlk emri Allah’ın birliğine îmânı esas alan, enbiyâ-yı izâm’ın emir ve sünnet-i seniyyelerine uymakla girilebilen bir dîn ile, esasları inkâr ve teferruatı da kibir ve gurur üzerine oturtulmuş hâle getirilen bir dîn arasında ne gibi bir benzerlik düşünülebilir.
Hıristiyan ve yahûdîlerin Hazret-i Muhammed Mustafâ -aleyhi ekmelü’t-tehâyâEfendimizin peygamberliğini faydasız yere inkâr etmelerinin kendilerine ne gibi bir faydası olabilir? (Fetva verin e faydalanalım.)
Sözü fazla uzatmak istemem; zira fazla sözün sıkıntı vereceğinden çekinirim. Yoksa âşıklar defterinde daha çok söylenecek şey var. Mecîd olan Cenâb-ı Erhamü’rrâhimîn’den niyaz ederim ki, böylesine değerli vasıflara sâhip kardeşlerime, Rabb’ımız Allah deyip de sonra da dosdoğru olanlara, korkmamaları, mahzun olmamaları için kendilerini cennetle müjdeleyin, diye rahmet meleklerini indirir, fehvasınca tam bir istikâmet-i kâmile ihsan ederek, cisim ve canlarına şeriata uyma, dünyâ ve âhiret hayatlarında da saadet ve mutluluk nasîb eylesin, âmin.