1. Seyyidinâ Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.)
Silsile-i Âliyye’nin Pîşvâsı Seyyidinâ Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) Nebîlerden Sonra En Yüce İnsan
Dünyâ târihinde en büyük iş, İslâm’ın zuhûrudur. Bu zuhûrla Hakk, hakkıyla bilindi ve Âdem oğlu huzûra erdi. İslâm’ın ilk intişâ Hakk Elçisi (s.a.v.)’in yanından hiç ayrılmayan “Yâr-ı Ğârı” diye anılan Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.)’dir.
O, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ve İslâm’a, kalbiyle, canıyla, malıyla ve bütün kudret ve imkânlarıyla yardımda bulunduğu gibi, İslâm ve insanlık uğruna -Hakk Resûl (s.a.v.)’den sonra- en büyük fedâkârlığı ihtiyâr etmişti.
Bunun içindir ki -İnsanlık âleminde- Nebîlerden sonra en yüksek insan olarak tanınır. Bu yükseklik onun hayâtı boyunca devâm etmiş İlâhî vahye mazhar olmadığı halde, Hakk yolundaki sadâkati ve güzel ahlâktaki sebâtı, onu “Sıddîklık” derecesine erdirmiştir.
Onun devrinde, siyâsi hayâtında öyle bir sene vardır ki: İnsanlardan bir şikâyet ve muhâkeme mevzûu olmamıştır. Hâkimler boş, hapishâneler açık, kalmıştır. Cihan târihinde bu sene tekdir. Ve bunun yegâne âmili Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.)’dir. Bu cihetle, onun siyâset, kiyâset, şahsiyyet ve dehâsı, dünyâca meşhûrdur.
İnsanlık için İslâm’ın lüzûmunu cân-ı gönülden takdîr eden Hz. Sıddîk (r.a.), Peygamber-i Zîşan (s.a.v.)’in irtihâlinden sonra, İslâm’ın yayılmasına devâm etti. Hattâ ona hız vermek imkânını buldu. Bu hâl büyük bir düzen ve huzûr sağladı.
Zîrâ: İslâm, din ve dünyâ nizâmıdır. İslâm nazarında dîni, dünyâdan ayırmak mümkün değildir. Hakk’ın hayâtın ve bekânın dîni olan İslâmiyyet, cidden lâyıkıyla tatbîk edildiği vakit insanoğlunu, aradığı huzûra kavuşturuyor. Târihte, fethedilen kıt’alar, yaşanan devirler, kurulan medeniyyet ve saltanatlar, bunun şâhididirler…
Seyyidinâ Hz. Ebû Bekir (r.a.), İslâm siyâsetini lâyıkıyla yürütenlerin başında gelir. Onun zamanında, tefrikalar bertaraf edilmiş, münâfıklar sindirilmiş, kötüler susturulmuş, fitneler bastırılmıştır. Bu husûstaki dirâyeti, ileriyi görmekteki firâseti, ahkâmı tatbîkteki icraatı, hizmete kendini vermekteki ferâgatı dillere destândır.
Hele Peygamber-i Zîşân (s.a.v.)’e hicrette yâr-ı ğârı olarak gösterdiği sadâkat ve metânet ve o en tehlikeli andaki teslîmiyyeti ve o anda aldığı ma‘nevî emânet, dünyâ durdukça nâmını rahmetle yâd etmeye yetmiştir. Bu ma‘nevî emânet hafî (gizli), dâimî Zikrullâh telkînine mazhar oluşudur. Her an Allâhü Te‘âlâ ile berâber olma şuûrudur.
Hz. Mahmûd Sâmî Ramazânoğlu (k.s.), Hz. Ebûbekir Sıddîk (r.a.), 13.s.)