MAHMUD SAMİ RAMAZANOĞLU’NUN (K.S.) MUHTEREM ÖMER ÖZTÜRK HAKKINDA SÖYLEDİKLERİ
Muhterem Ömer Öztürk, Hz. Sâmi’nin (k.s.) tabiri câiz ise kucağında doğmuş, onun terbiyesinde büyümüş, hayatını Hz. Sâmi’ye (k.s.) hizmete ve ondan istifadeye adamıştır. Hz. Sâmi’nin (k.s.) yolunu devam ettiren, manevî evladı ve hakiki vekilidir. Hz. Sâmi’nin (k.s.), Muhterem Ömer Öztürk hakkında, zaman zaman ihvanın huzurunda, söylediği bir kısım sözler şöylece zikredilebilir:
Hz. Sâmi (k.s.), 1976’dan 1984’e kadar zaman zaman şöyle buyurmuşlardır:
– Ömer Öztürk benim en emin ihvanımdır.
Medine-i Münevvere’de de müteaddit defalar aynı lafızla şöyle buyurmuşlardır:
– Ömer Öztürk benim en emin ihvanımdır. Kendisi manen vazifelidir.
1980’de Ömer Öztürk’ü tedavi için İstanbul’a gönderdikten sonra Medine-i Münevvere’de, müteaddit defalar ev halkına:
– Ömer Öztürk’ü tanıyor musunuz? diye sormuşlar.
– Evet efendim, tabii tanıyoruz, deyince;
– Onun şimdi nerede olduğunu biliyor musunuz? diye tekrar sormuşlar.
Ev halkı:
– İstanbul’da bulunuyor, deyince:
– Hayır, o şu an Mekke-i Mükerreme’de bulunuyor. O manen vazifelidir. Bizim manevi vazifelimizdir, buyurmuşlardır.
Muhterem Ömer Öztürk’ün İstanbul’da bulunduğu dört ay zarfında yukarıdaki suali hemen her gün sorup:
– O benim en emin ihvanımdır, buyurmuşlardır. Bu seyahat esnasında, hastalıkları ağırlaştıkça Hacı Anne’ye:
– Keşke şu hasta hâlimde Ömer Öztürk yanımda olsa idi. Ben onun son nefesimde yanımda olmasını arzu ediyorum, buyurmuşlardır.
Allahü Te‘âlâ bu arzularını yerine getirmiş, son nefeslerinde yanında bulunmak Muhterem Ömer Öztürk’e nasîb olmuştur.
Medine-i Münevvere’de birgün hâdimeleri Fatma’ya ve ayrıca Hacı Anne’ye de:
– Ömer Öztürk’ün ailesi örnek ihvan ailesidir, buyurmuşlardır.
Medine’de bir ziyaret esnasında, Muhterem Ömer Öztürk ellerini öperlerken;
– Ömer Öztürk kıdemli ihvanımızdır, buyurmuşlardır.
Ömer Öztürk’ün Medine-i Münevvere’de Abdüsselâm Efendi’nin evini kiraladığı kendisine bildirince:
– Elhamdülillah, elhamdülillah Ömer Öztürk bize komşu oldu. Ömer Öztürk bize komşu oldu, diyerek sevinçlerini beyan etmişlerdir.
Erenköy’deki devlethanede torunu Mahmud Kirazoğlu’nun İstanbul’a tayini esnasında Hacı Anne, Hz. Sami (k.s.)’nun huzurunda:
– Vallahi Ömer Öztürk kıyâmete kadar, en az Mahmud kadar bu evin evladıdır, diyerek yemin etmiş, Efendi hazretlerine dönerek:
– Öyle değil mi Efendi? diye sorunca kendileri de:
– Evet doğru söylüyorsun. Öyledir, buyurmuşlardır.
Erenköy’deki evlerinde bir konuşmalarında defalarca:
– Ömer Öztürk manen uyanıktır, buyurmuşlardır.
Yine birgün evde:
– Ömer Öztürk çok hâlisâne çalışıyor. Çok vefakârane hizmet ediyor. Allah kendisinden râzı olsun. Ömer Öztürk’ün bize çok muhabbeti vardır. Onun bize çok hizmeti vardır. Hizmet için fırsat kollar, buyurmuşlardır.
Hacı Anne birgün Efendi hazretlerine:
– Yahu Efendi! Devamlı her yerde Ömer, Ömer, Ömer diyorsun, ne oluyor? diye sorunca, Hz. Sâmi (k.s.):
– Onun bize çok muhabbeti var, buyurmuşlardır. (Allah, o muhabbet üzere haşretsin.)
Aslında burada Hz. Sâmi (k.s.), “Bizim ona çok muhabbetimiz var” demiş oluyor. Zira muhabbet büyükten küçüğe geçer. Nitekim Cenâb-ı Hak Ayet-i kerimede:
“Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.”[1] buyurmuştur.
Alaaddin Attar (k.s.) ve Muhammed Parisa (k.s.), birgün Bahauddin Şah-ı Nakşibend hazretlerine sorarlar:
– Efendim biz mi sizi sevdik, siz mi bizi sevdiniz?
Bunun üzerine Hazret bir tasarrufta bulunur. İkisi de bir bakarlar ki kalplerinde hiçbir şey kalmamış.
– Aman efendim! Tövbe estağfirullah; biz tövbe istiğfar ettik. Böylece muhabbetin de sizden geldiğini anladık, derler.
O hâlde,“Ömer’in bize çok muhabbeti var” demenin mânâsı:
“Bizim ona çok muhabbetimiz var ki oda bundan ötürü bizi sevebiliyor” demektir ki Hz. Sâmi (k.s.) bunu onlarca kez söylemiştir. Dahası, Hazret birkaç defa:
– “Sizin sevdiklerinizi ben de seviyorum.” buyurmuşlardır. Allah onun söylediği tebşirata hepimizi nail eylesin. (Âmin)
Hz. Sâmi’nin (k.s.) Kendi Yerlerine Muhterem Ömer Öztürk’ü Oturtmaları
Şaban-ı Şerifin başlarında Mahmud Gezer ile (Allah rahmet eylesin Mekke’de vefat etti, Cennetü’l-Ma‘lâ’ya defnedildi) devlethanenin bahçesinde otururken Efendi hazretlerinin hadimesi kapının arkasından Ömer Bey’i çağırır ve:
– Ömer ağabey babam mahrem bir hususu size arz etmemi emretti. Bunu Ömer Öztürk’e anlat. Kendisinde kalsın. İcabını yerine getirsin. Fakat kimseye de bir şey söylemesin, der ve Efendi hazretlerinin:
– Ben Berat gecesini Ömer Öztürk ile değerlendirmek istiyorum. Kendisi bir imam bulsun. Ayrıca iki kişiyi de çağırsın. İsterse birisi kendi babası Mehmed Öztürk olabilir. Bir de başka ihvan, benimle birlikte hepimiz beş kişi olacağız. Akşam namazını burada evde kılacağız. İftarı beraber eder, akşam ve yatsı namazını beraber kılar, geceyi de beraber ihya ederiz inşallah.’ dediğini ilave eder.
Ömer Öztürk, babası ve Sâmi Efendi hazretlerinin son yıllarında namazlarını kıldıran Mahmud Hoca’ya haber verir.
Ömer Kirazoğlu ise ev halkından bu hadiseyi duymuş. Ardından Ömer Kirazoğlu, Ömer Öztürk’ün ağabeyleri İsmail ve Cevat Öztürk’ü çağırtır. Sâmi Efendi hazretleri, Mahmud Hoca, Mehmed Öztürk, Ömer Kirazoğlu, İsmail Öztürk, Cevat Öztürk ve Ömer Öztürk, akşam namazından evvel devlethanede toplanırlar. İftar, namaz ve yemekten sonra Sâmi Efendi hazretleri her zaman oturdukları demiryolu yönüne bakan koltuğa oturup biraz sonra karşı koltuğa geçerler ve Ömer Öztürk’ü çağırıp:
– Sen gel, buraya otur, burası senin yerindir. Ben de karşında oturacağım, diyerek kendi koltuklarına Ömer Öztürk’ü oturturlar.
Muhteşem bir sohbetten sonra yatsı namazı kılınır, tekrar aynı yerlerde oturularak sohbet, dua ve murakabe edilir. Akabinde izin alınarak evlere hareket edilir.
Göz Muayenesine Gidilmesi
Sâmi Efendi hazretlerinin ve Hacı Anne’nin göz hekimine gitmesi için hekimden randevu alınmıştır. Hazret’in hekime götürülme işini Ömer Öztürk’e emretmesine rağmen Ömer Kirazoğlu, götürme işini Cevat Öztürk’e söyler. Ayrıca durumu Ömer Öztürk’e de bildirir. Bunun üzerine Ömer Öztürk de, muayenehanenin önü kalabalık olur, Efendi hazretlerini getiren araba gelir muayenehanenin önünde park yeri bulamaz, Efendi hazretlerini uzakta bir yerde indirir, Hazret de yürüyemez diye saat 9.00’da Harbiye’deki muayenehanenin bulunduğu yere gider. O zamanlar oralarda park yeri bulunmuyordu. Önce arabayı geride durdururlar, ileriden araba çıktıkça yavaş yavaş ilerleyerek saat 11.30’da hekimin kapısının önüne gelmiş olurlar.
Bu arada Cevat Öztürk, Efendi hazretlerini götürme işini unutur. Hekime saat 13.00’te gelineceği hâlde ancak 14.30’da gelinebilir. Bu esnada meğer Hazret bir buçuk saat ayakta beklemiş…Efendi hazretleri:
– Bu nasıl ihvanlık, bu nasıl muamele? buyurmuşlar.
Efendi hazretleri muayenehanenin önüne gelince arabadan inip Ömer Öztürk’ü önlerinden yürütürler. Hekimin muayenehanesine gidilir. Ömer Öztürk, dönüşte de her hangi bir sıkıntı olmasın diye Hazret’i götüren arabayı arkadan takip eder. Devlethaneye gelince Efendi hazretleri âdetleri tersine celâlli olarak ayrılırlar. O şekilde evlerine çıkarlar. Hâlbuki her seferinde ‘Allah râzı olsun, teşekkür ederim’ derler, selâm verirler ve öyle giderlerdi. Bu durum üzerine Muhterem Ömer Öztürk, ‘Acaba hatalı bir iş yaptık da ona mı üzüldüler’ diye müteessir olurlar.
“İhvanımız İçerisinde Ömer Öztürk’ü Bulunduran Allah Azîmü’ş-şan’a Hamd Ederim”
Sâmi Efendi hazretleri eve girince Ömer Kirazoğlu’na pirândan Ali Râmitenî hazretlerinin şu kıssasını anlatırlar:
Ali Râmitenî hazretleri gusül abdesti almak için banyoya girmiş. O sırada su bitmiş. İhvandan birisinin aklına gelmiş:
‘Acaba hazretin tekrar suya ihtiyacı olur mu?’ diye. Bir kova suyu biraz seslice kapının önüne bırakmış. Hazret de kapıyı açmış, suyu almış ve gusül abdestini tamamlamış. Ali Râmitenî hazretleri tekkede ihvanın toplandığı yerde:
– ‘Suyu kim getirdi?’ diye sormuş. Getiren zât da:
‘Acaba yanlış bir iş mi yaptım? Sormadan ne diye Hazret’e su götürdüm. Sen kimsin, Hazret’e su götürmek kim?’ diyerek kendisini suçlamış. Ali Râmitenî hazretleri ikinci defa sorunca yine sesini çıkarmamış. Bunun üzerine Hazret:
– ‘Evladım büyük bir tebşirat var, kalk kimsen söyle!’ deyince suyu getiren zât ayağa kalkmış:
– Ben yaptım, demiş. Hazret de:
– Allah Azîmü’ş-şan şimdiye kadar bana ihsan ettiklerinin hepsini şu bir kova su karşılığında sana hediye etti. Tevdi ettik, buyurmuşlar.
Allah şefaatlerine nail eylesin. Hz. Sâmi (k.s.) Efendimiz bu kıssayı anlatmış ve:
– Elhamdülillah bizim ihvanımızdan da biz söylemeden bizi düşünen var. İhvanımız içerisinde Ömer Öztürk’ü bulunduran Allah Azîmü’ş-şan’a hamd ederim, diye dua buyurmuşlar.
“Ömer Öztürk Size Ravza’da Dua Etsin, Allah (c.c.) Onun Duasını Reddetmez”
Muhterem Ömer Öztürk’ün Sâmi Efendi hazretlerinin ikamet işlerini takip etmek üzere Medine’de bulundukları esnada hazretin torunu Mahmûd Kirazoğlu kendi ikamet işi için Efendi hazretlerinden dua talep eder. Bunun üzerine Efendi hazretleri; Mahmûd Kirazoğlu’na ve ev halkına şu kıssayı anlatır:
Ehlullahtan bir zât varmış. Ondan yağmur için dua talep etmişler. O da bir teneke yağ alıp çarşıya çıkmış. Başlamış bağırmaya:
‘Yağ ha yağ, yağ ha yağ!’ Birden öyle bir yağmur başlamış ki insanlar evlerine zor kaçmışlar. Yağmur uzun zaman ve şiddetli olarak yağmağa devam edince insanlar bundan zarar görmüşler. Aynı zâta müracaat ederek:
‘Aman efendim dua edin de şu yağmur kesilsin!’ diye ricâ etmişler. O zât da eline bir çuval ceviz alıp önüne gelene bir avuç vererek başlamış bağırmaya:
‘Yağma ha yağma, yağma ha yağma!’
Sonra birden yağmur kesilmiş. Daha sonra:
‘Sen de Ömer Öztürk ağabeyine selâmımı söyle. Senin ikametin için Ravza’da dua etsin. Cenâb-ı Hak onun duasını reddetmez. Duası makbul kişilerdendir O.’ der.
Hz. Sâmi’nin (k.s.) Muhterem Ömer Öztürk hakkında söylediklerini en iyi bilenlerden ve Hazret’in dâmadı olan Ömer Kirazoğlu ezcümle şöyle demiştir:
‘Babamın evde senin hakkında konuştuklarını not edecek olsak bir kaç cilt kitap yazmak gerekirdi.’
Bütün İhvâna Kılavuz
Muhterem Ömer Öztürk, Musa Topbaş ile beraber Sâmi Efendi hazretlerinin irtihallerinden kısa bir süre önce ziyarete giderler. Misafir odasına alınırlar. Sâmi Efendi hazretleri Ömer Kirazoğlu’nu çağırır. Ömer Kirazoğlu da gelenleri arz eder. ‘Buyursun’ diye izin çıkınca, Ömer Kirazoğlu tekrar, “Efendim Ömer Öztürk de yanında” der. Hz. Mahmud Sami (k.s.): “O da buyursun. Ömer Öztürk ihvana kılavuzdur. Musa Bey’e de kılavuz olsun” buyurur.
Ziyaretlerine gidip huzura kabul olunduklarında Ömer Kirazoğlu, “Musa Bey geldi” diye takdim eder. Sonra sıra Ömer Öztürk’e geldiğinde Ömer Kirazoğlu, “Kılavuz geldi, Ömer Öztürk geldi, Musa Bey’e ve ihvana kılavuz olsun buyurmuştunuz (yol gösterici olarak tayin etmiştiniz), işte kılavuz geldi.” der. O esnada Hazret’in ellerini öpmekte olan Muhterem Ömer Öztürk’e Hazret;
-“Elhamdülillah, elhamdülillah, elhamdülillah” buyururlar. Mübarek ellerini öptükten sonra, Hazret mübarek ellerini Muhterem Ömer Öztürk’ün kalbine uzatıp:
– “Selâmün aleyküm tıbtüm fedhulûhâ halidîn.” (Allah’ın selâmı sizin üzerinize olsun, ne güzel kulluk yaptınız şimdi ebediyyen cennetime giriniz)[2] buyururlar. Bu da kendilerinin 20 Ocak 1984 tarihli dünya kelamı olarak son konuşmalarıdır.
Muhterem Ömer Öztürk, Hz. Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu’nun (k.s.) -tabiri caiz ise- kucağında doğmuş, onun terbiyesinde büyümüş, hayatını Hz. Sâmi’ye (k.s.) hizmete adayarak ortaokul çağlarındayken şöförlüğünü yapmağa başlamışlar, otuz yıla yakın bir zaman husûsi hizmetini görmüşlerdir. Öyle ki Medine-i Münevvere’ye hicretten sonra Hz. Sâmi (k.s.), “Ömer Öztürk’ten başkasının arabasına binmeyeceğim” buyurmuştur.
Allah Resûlü (s.a.v.)’in yolunda her hususta en büyük öncü olan Hz. Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.)’in yolundan gitmeye çalışan Muhterem Ömer Öztürk, 1979 yılında Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in Fahr-i Kâinât (s.a.v.) Efendimiz’e Medîne’ye hicretlerinde yol arkadaşı olduğu gibi Sâhibü’z-zamân Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s.) hazretlerine yol arkadaşı olarak Medîne’ye hicret etmişlerdir.
Hz. Mahmûd Sâmî Ramâzanoğlu (k.s.), dünya hayâtlarının sonlarına doğru yakın dostlarının ve bazı ihvânın da içinde bulunduğu devlethânelerindeki bir sohbetlerinde; “Ömer Öztürk kılavuzdur.” buyurarak Muhterem Ömer Öztürk’ün ma’nevî derecesini îlân etmişlerdir.
Hak Yolda Kılavuz Ne Demektir?
Tarikatın her hangi bir yolunda yürümek, gözle görülen yolda yürümeye benzemez. Bu yol manevî ve gözle görülmeyen yoldur. Bu yolda yürümek isteyenler köre benzerler; bütün hayatları boyunca ana caddeyi arayıp da bir türlü bulamayan kör gibidirler. Kılavuza gelince; o, gün ışığında yürür gibi bu yolda uzun boylu yürüyen ve bu yolun tehlikeli, arızalı yönlerini gören ve bilen, inceleme ve denemeleriyle bu yolun her yönünü öğrenen bir kimsedir. Tıpkı hacdaki rehberlere benzer, yürüdüğü yolun neresi kapalıdır, neresi geçit verir, bilir. Karanlık bir gecede dahi yanındakileri varacakları yere kadar götürür. İşte böyle bir kılavuzu izleyenler, bu yolda emellerine sağ ve salim varmış olurlar. Bu yolda yalnız başına kılavuzsuz yürümek isteyenleri binbir tehlike bekler; belki de bir çukura düşerek hayatlarını kaybetmiş olurlar.[3]
Hz. Sâmi (k.s.) yine husûsî bir sohbetlerinde, “Ömer Öztürk ma’nen vazîfelidir. Bizim görev yerimiz Medîne; onunki ise Mekke’dir.” buyurmuşlardır.
Ömürlerinin son demlerinde ise vasiyetlerinin tamâmını Muhterem Ömer Öztürk’e yapmışlar, techiz, tekfin ve defin işlerinin de ne şekilde yapılacağını kendilerine bizzât söylemişlerdir ki tasavvuf yolunda bunun mânası açıktır.
Muhterem Ömer Öztürk hâlen onun yolunu insanlara anlatan manevi evladı, vazîfelisi ve vekilidir.
Muhterem Ömer Öztürk, kendilerini, Cenâb-ı Hakk’ın ‘İçinizde iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir cemaat bulunsun’ emr-i celilesi mucibince büyük küçük demeden her türlü irşad faaliyetlerine adamıştır. Kendileri hâlen Medine-i Münevvere’de ‘Bâb-ı Sıddık’ın Hadimi’ olarak ümmet-i Muhammed’e (s.a.v.) yol göstermeğe ve senede iki kez de Türkiye’ye gelerek hizmetlerine devam etmektedirler. Allah (c.c.) zât-ı âlilerini uzun ömürle muammer etsin. Allahü Te‘âlâ iki cihan serveri Resûlullâh (s.a.v.)’in nurlu yolunda gidenlere cümlemizi dâhil eylesin. Sevdiklerinden bizleri ayırmasın. Şefaatlerine nail eylesin. (Âmin)
[1] Maide sûresi, 54. ayet.
[2] Zümer sûresi, 73. ayet
[3] İmam-ı Şa’râni, Uhûdu’l Kübrâ, s. 618
SALİH RÜYALARLA GELEN TEBŞİRAT
Sâf ihvandan Murat Ercan rüyasını anlatıyor:
“Rüyamda geniş bir yolda yürürken iki kişi kendi aralarında konuşuyorlardı. Bunların sözlerini duymayayım, ayıp olur diye yolun karşı tarafına geçmek istedim. Yolun yarısına geçince beni çağırdılar. Yanlarına vardım, aramızda şöyle bir konuşma geçti:
– Yolun yanındaki bu köşkü sana gezdirelim mi?
– Niye gezdireceksin bana orayı?
– Burası Ömer ağabeyin köşkü.
Köşk bana çok muazzam ve lüks geldi.
– Ömer ağabey böyle bir yerde oturmaz ki, sonra siz hangi Ömer ağabeyden bahsediyorsunuz?
– Ömer Öztürk.
– Yok yok, siz karıştırıyorsunuz. Benim Ömer ağabeyim böyle bir yerde oturmaz.
– Karıştırmıyoruz. Burası Ömer Öztürk ağabeyin köşkü, gel sana içerisini gezdirelim.
İçeri girdim, köşkün duvarlarında mozaik yerine mücevherler vardı.[1] Köşk hem çok yüksek, hem çok büyüktü. Aklımdan, ‘Acaba buranın temizliği nasıl oluyor, bu kadar büyük köşk nasıl temizleniyor’ diye geçti. ‘Kızları ve gelinleri gelip yardım eder herhâlde’ diye düşündüm.
İçimden geçirdiğim şeylere cevap veriyorlar, yanlış söylüyorsam yanlışımı düzeltiyorlardı. ‘Burası cennet, burada kirlenme olmaz’ dediler. ‘Ömer ağabeyin eşi, kızları ve gelinleri burada yok’ demediler; sadece ‘Burada kirlenme olmaz’ dediler. Biraz daha yürüdük içeriye doğru tavan çok yüksekti ve çok fazla penceresi vardı. Köşkün camlarını saymak istedim. Hz. Ebû Bekir (r.a.) aklıma geldi. Bilindiği gibi Hz. Ebû Bekir (r.a.) köşkünden yetmiş ayrı vechile Cenâb-ı Hakk’ı müşahede edecek. Ömer ağabey de ömrünü Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in yoluna adamış bir insandır. Acaba bu köşkte de yetmiş pencere var mı diye düşündüm ve saymağa başladım. Sonra beni dışarı çıkardılar. Köşkün etrafında hiç ev yoktu.[2]
– Burası cennet diyorsunuz ama çevresinde hiç ev yok, cennette biz yok muyuz? Bizim evlerimiz yok mu?
– Var, sizin de evleriniz var.
– Arkadaşlarımızın evleri yok mu?
– Onların da evleri var, ama uzaklarda.
– Peki biz nasıl gelip gideceğiz Ömer ağabeyin evine? Dünyadayken gelip giderdik, ziyaret ederdik.
– Burada da gider gelirsiniz.
Bu rüyayı Ömer ağabeyin yaptırdığı caminin açılmasına çok az zaman kala gördüm. Acaba şu hadîs-i şerîf ile te’vil edilebilir mi diye düşünmeden edemedim:
“Kim bir mescid (cami) yaparsa, Allah onun için o mescidin bir mislini cennette yapıp hazırlar.”[3]
Veli Aras anlatıyor:
1989 Şubat’ında bir rüya gördüm. Vehbi Ecevit kardeşimiz: “Ağabey, sana Ömer ağabeyden telefon var; seni istiyor, dedi ve ahizeyi uzattı. Ahizeyi kulağıma götürdüm. Muhterem mürebbimiz, “Hakk! Hakk! Hakk!” diye zikrediyorlardı. Kitâblardan, ulaşabildiklerimden, Esmâü’l-Hüsnâ’dan “Hakk” ismiyle kimler zikrederler; bu zâtlar, ehlullâhın hangi tabakasındandır diye okumağa öğrenmeye çalıştım. Şu bilgiye rastladım:
“Fiillerini ve sıfatlarını, Vücûd-u Hakîkî’nin sıfatları, fiilleri ve tecellilerinin azameti karşısında yok edenlerdir.”
Başka bir rüyayı da 16 Nisan 1995 Pazar günü işraktan sonra gördüm. Muhterem büyüğümüz bir geminin kaptanı ve dümendeler. Gemide kimse yok. Kaptan köşküne giriyorum. Başımın sağ tarafını mübarek omuzlarına koyuyorum. Buyuruyorlar ki; “Bu gemiyi bana Şâh-ı Nakşibend hazretleri verdi.”
Mânidar Bir Rüya
Yine Murat Ercan anlatıyor:
“Birgün rüyamda Ömer ağabeyi gördüm. Yanında bir zât duruyor, ama kim olduğunu bilmiyorum. O zât sordu:
– Beni tanıyor musun?
– Hayır, tanımıyorum, dedim.
– Ben Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, dedi.
Ben de ‘Peki efendim’ dedim. Yaşarken görmemiştim hiç. Daha sonra.
– Bunu tanıyor musun, benim Ömer evladım, dedi.
Ömer ağabeyi işaret ederek:
– Tanıyorum; bu benim Ömer ağabeyim, dedim.
Ömer ağabeyin elini öpmeye yöneldim. Ömer ağabey, Sâmi Efendimiz’in elini öpün diye işaret etti. Sâmi Efendimiz’in elini öpmek istedim, müsaade etmedi. Daha sonra geldim, Ömer ağabeyin elini öptüm.
Sâmi Efendimiz’i dünyada göremedim ama rüyada görmek nasip oldu.”
İSTANBUL BAŞVÂİZİ
MUSTAFA AKGÜL’ÜN KALEMİNDEN MUHTEREM ÖMER ÖZTÜRK
Muhterem Ömer Öztürk, Bir Neslin Ömer Ağabeyi
Türkiyemizin çok yönlü tarihî faaliyetleri olagelmiştir. Düşünce tarihi, sanat tarihi, siyasi tarih bunlardan bir kaçıdır.
Bir de eğitim tarihi, bir de üniversite gençliği tarihi, bir de îmân ve İslâm adına aksiyon tarihi vardır. İmam-Hatip okulları, eğitim tarihinde çok mühim bir yer tuttukları gibi, ‘üniversite, gençlik, îmân ve İslâm’ adına, aksiyonerlik adına, Millî Türk Talebe Birliği’nin yeri pek müstesnadır. Bu Birlik,Türkiye’nin yakın tarihinde çok mühim hizmetlere, faaliyetlere imzasını atmış, oldukça önemli fonksiyonları icra etmiştir.
Millî Türk Talebe Birliği’nin en mühim meyvelerinden biri de, bu teşkilatta görev yapan zevatın Türkiye’de mühim yerlerde görev almaları olmuş, gittikleri yerlerde MTTB’de aldıklarını yansıtmışlar, hizmetlerine ömür boyu devam etmişlerdir.
Muhterem Ömer Öztürk’e gelince o sadece Millî Türk Talebe Birliği başkanlığı yapmakla kalmayıp müttefakun-aleyh bir tasavvuf çeşmesinden beslendiği, Mahmud Sâmi Efendi hazretlerinden feyz aldığı için, hizmeti de zülcenaheyn olmuş, hem Türk fikir hayatına, hem eğitim hayatına, hem de tasavvuf ekolüne uzun seneler hizmet vermiş, vermeğe devam etmekte, yaşadığı sürece de vereceğini ispat etmiş bulunmaktadır.
İlim, irfan, ihlas ve sebat onu en iyi ifade eden kelimelerdir. 40 yıl önce ne söylüyorsa bugün de aynısını söyleyebilmek; nefsin, şeytanın ve çevrenin aksi tesirlerinden uzak kalabilmek ancak manevi bir kontrolde bulunan maneviyat ehli kişilerin yapabileceği bir iştir. Günümüzde; Hz. Peygamber (s.a.v.)’in; “İslâm garip başladı, başladığı gibi (bir hâle) dönecektir. Ne mutlu gariplere!” ölçüsünün sırrına inşallah mâ-sadak olan bir kimsedir Ömer Öztürk.
İlimdeki ve dindeki derin vukufiyeti, salâbeti, ashabın ahlakıyla ahlaklanıp yaşayarak tebliğde bulunmasıyla Ömer Öztürk bir ekol olmayı başarmış bir şahsiyettir.
Fatih Gençlik Vakfı, onun hem evladı, hem delikanlısı, hem mirasçısıdır. Vakıf bünyesinde gerek hizmet veren, gerek hizmet alan gençler ise onun moral kaynağı ve hiç yan etkisi olamayan antibiyotiğidir. Kendisini bu vakıf faaliyetleri münasebetiyle tanıdım, çeyrek asırdır aynı antibiyotiğin küçük dozajını kullanmanın zevk-i ruhanisini yaşadım.
Üstad Necip Fazıl’ın;
‘Başını bir gayeye satmış kahraman gibi,
Etinle kemiğinle bu dâvânın malısın’
sözü, Ömer Öztürk Bey’i belki en iyi anlatan beyittir.
Ömer Öztürk Bey’i farklı kılan bir başka yön de inandığı dünyaya göçünü gerçekleştirmiş olması, Medine-i Münevvere’ye yerleşmiş olmasıdır. Bu husus sözle, lafla gerçekleştirilecek bir iş değildir. Bu iş Halep’te 30 arşın atlayacağını iddia edip 3 arşın bile atlayamayanlara karşılık 50 arşın birden atlama işidir.
Kendisi siyasete karışmadığı hâlde siyaset dünyasındaki itibarı onu ‘siyaset üstü’ kılmış, siyasetin içine girenlerdeki ‘solma, pörsüme, eskime’den de onu kurtarmıştır.
Ömür boyu hizmet, sıhhat, afiyet dileklerim ve hürmetlerimle…
HAKKINDA YAZILAN ŞİİRLER
Harem ehlinden 16 yaşında bir gencin Muhterem Ömer Öztürk İstanbul’a gittiğinde yazdığı şiir:
Ey Efendimiz (Muhterem Ömer hazretleri) sen gittin sanki burası gündüzken aniden gece oldu,
Ümmet-i Muhammed’in (s.a.v.) gençleri mürebbilerine hasret kaldı,
Bu hasrete derman bulunamazdı,
Ve saat 17:30; kapıdakilerin gözleri yollarda kaldı, seni bekliyorlardı,
Bab-ı Sıddık’taki fakirler seni bekliyordu, sanki aniden çıkıp gelecekmişsin gibi,
Ravza ehli sana hasret kaldı, titriyorduk senin mübarek zâtını hatırlayınca,
Belki hep titriyorduk, çünkü zât-ı âlinin aklımızdan çıkması imkânsızdı,
Ve mübarek yüzün gözlerimizin önüne gelince yanıp eriyip kül oluyorduk,
Ve akşam namazından sonra Ravza’da sanki senin zât-ı âlini görüyorduk ve gül kokun burnumuza geliyordu,
Ve Kur’ân okurken senin sırtımızı sıvazladığını hissediyorduk. O an hatıra gelince gözyaşlarımıza hâkim olmamız imkânsızdı,
Yatsı namazından sonra ziyarete giderken seninle olan anlarımız hatırımıza geldi,
Ve huzurda yalvardık Rabbimize (Ya Rabbi onu sağ salim Medine’ye döndür, bizleri ondan mahrum etme, bizleri ona layık kıl, dünyada da ahirette de ayırma bizleri, âmin
Sesler yankılanıyordu Medine’den bizleri bırakma ya Şeyh Ömer,
Sen yokken bizim hâlimiz güneşe hasret kalmış bir bitki, susuz kalmış bir gül gibi ya Muhterem Mürebbimiz,
Yetiş ya Şeyh Ömer.
Yemeğin kıymetini aç kalan bilir
Suyun kıymetini susuz kalan bilir
Hergün binlerce kez nefes alsak da
O nefesin kıymetini nefessiz kalan bilir.
Efendim kıymetinizi bilemeyenlere şaşarım
Bir kimse âmâ da olsa sağır da olsa
Ve dokunsa bir ipeğe bir de kumaşa
Aradaki farkı anlar sadece dokunmakla
Efendim biz güneşi gördüğümüz gibi
Sizi gördüğümüz hâlde
Sizin de muhteşem zâtınızı hakkıyla idrak edemedik…
Affınıza sığınıyoruz
Hâlbuki gören göz için her şey yeterince açık efendim
Dünyada arkanızdan gelen Huzur-ı Nebî’de,
Bâbu’s-Sıddîk’ta oturma şerefine nail oluyor
Sadece bu bile sizin mübarek zâtınızın kıymetini ortaya koyarken
Biz sizi hakkıyla bilemedik ey efendim
Lütfen affedin bizleri
Efendim dünyada Habîbullah’ın huzuruna getirdiniz
Yalvarırız ahirette de bırakmayın bizleri
Başka bir şiir de bir ilim erbâbından. Bursa Başvaizi Ahmed Arda Hocaefendi’den:
Salih İnsan Ömer Öztürk
Ölümü hatırlatır,
Mevlayla tanıştırır
En kısa yoldan seni
Rabbine Kavuşturur
Ömer-i Faruk gibi
Zannedersin kendini
Tek gayesi tevhiddir
Üstün görür her şeyden
Rabbinin dediğini
Kalkandır onun için Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sözleri…
(Ahmed ARDA, Bursa Başvâizi)
Başka bir şiir:
Muhterem Ömer Öztürk’e…
Ey efendim,
İştiyâkı sanadır ol kâinat sultânının,
Kıymeti paha biçilmezdir senin her ânının.
Sen ki ayrı düştün babandan ve kardeşlerinden,
Yalnızca koştun Rabbinin rızâsının peşinden.
Hakk’ın rızâsı için, dünya malını terk ettin,
Nefsini ol tevâzun ile hor ve hâkir ettin.
Şöhrete ve mâsivâya asla rağbet etmedin,
“Ya Rabbim! Şu kalbim yalnız sana aittir.” dedin.
Muhabbetullah ile mağmum ve mahzûn biçimde,
Durursun mescidler sultanı Mescid’in içinde.
Verirsin kalbini Cenâb-ı Rabbü’l-Âlemîn’e,
Bağlarsın rûhunu seni iyi bilen Emîn’e.
Müjde sana Sultan’ım, Kâinat Efendisi’nden,
Bir hastalığın efdaldir bir yıl ibadetinden.
Daha efdaldir, senin tek bir tesbihin içinden,
Tüm dağlar kadar altın bağışlayanın ecrinden.
Sadece bakmakta bile, ecir var Beytullah’ta,
Sana bakmaksa daha sevimlidir İndallah’ta.
Senin sevindirdiğin, Hak sevindirmiş gibidir.
Seni it‘am eden, Hakk’ı it‘am etmiş gibidir.
Hantal günahkârlar oturunca senin yanına,
Hakk’ın rahmet nazarı iner hepsinin alnına.
Hiçbiri kalkmazlar günahları affolmadıkça,
Kimseler bulamaz bu rahmeti, sen olmadıkça.
Senin içindir Nebî’nin ol inci gözyaşları,
Nebî sana müştaktır, sanadır iştiyâkları.
Senin içindir duâsı, Âlemlerin Rabbi’ne:
“Rabb’im koru onları, yardım et kendilerine.
Gözyaşım onlara kavuşma iştiyâkımdandır.
Kıyâmette benim gözümü onlarla nûrlandır.”
Evliyâya müjdeyi ekledi duânın hatmine,
Dedi: Lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûne”
Ahmed KULOĞLU
Şair Câhid Ercan’dan:
Aldım selâmını muhterem kardeş
Şükrânımı arza diller perişan
Hâzan Erenköy’de kahır ile eş
Dostun bahçesinde güller perişan
Bir gizli derdim var durmayıp taşan
Her gün fazlalaşan, dağları aşan
Gözümün yaşıyla çağlayıp coşan
Deryalar, ummanlar seller perişan
Sildiler defterden başım dik diye
İsmimiz yazıldı, “ baron, dük” diye
Anılmaz adımız dile yük diye
Rabbime açtığım eller perişan
Seslerim gelen yok elbet çağrıma
Bakan yok lâlime şu kalb ağrıma
Firkatin nârıyla yanan bağrıma
Ateşini veren göller perişan
Çekecek tâkat yok ömrüm yaşımı
Siler bir gün ecel gönlüm pasını
Resûl-i Zîşânın râyihâsını
Âleme dağıtan yeller perişan.
Herkes gitti, yazık dosttan eser yok
Uzlet köşesinde derdime yer yok
Kadir kıymet bilen âlemde er yok
Bu halle şehirler, iller perişan
Sine-î efgânın dinmeyen âhı
Bilmedim bu gönlün nedir günâhı
Rabbim kader etmiş bahtı siyâhı
Ufkuma gerilen tüller perişan
Selâmın başüzre kardeşim Ömer
El kalem tutmuyor, dilde yok hüner
Gözümden ırmaklar durmayıp iner
Yaşımın medfeni göller perişan.
28 Ocak 1981 / Erenköy
NELER ÖĞRENDİLER
Üniversite Öğrencilerinden Mektup
Esselamu Aleyküm Muhterem Efendimiz,
“İnsanlara teşekkür etmeyen kimse, Allah’a şükretmiş olmaz.” hâdis-i şerîfi mucibince, sizi tanıdığımızdan bu yana üzerimizdeki değerli emekleriniz için üniversiteli arkadaşlar adına şükranlarımızı âcizane ifade etmek istedik. Sürç-ü lisan ettiysek affola.
- Bizi Müslümanlar olarak yaratan, Habib’ine (s.a.v) ümmet olma lütfunu bahşeden, bu ümmet içerisindeki ehl-i sünnet cemaatine ve İmam-ı Azam’a tabi olmayı nasip eden Cenab-ı Hakk’a daima hamd ve şükr içinde olmamız gerektiğini,
- O (c.c.)’nun rızasını her şeyin üstünde tutmamız gerektiğini,
- Bu rızaya ulaşmak için de O Nebi-yi Muhterem (s.a.v.)’e tabi olmamız gerektiğini, her hususta sünnetine riayet edip dişimizle, tırnağımızla sımsıkı yapışmamızı, emrettiklerine uyup nehyettiklerinden kaçınmamızı, sevdiklerini sevip sevmediklerine buğzetmemizi, dostlarına dost düşmanlarına düşman olmamızı,
- Her işte ölçünün Resulullah Efendimiz (s.a.v.) olduğunu,
- Ashab-ı Kiram (r.a.e.) efendilerimizin her birinin erişilmez faziletlerini zihinlerimiz kavramakta zorlansa da en azından hayal edip, bizler için en büyük örnekler olduklarını ve hepsinin yanında komutan karşısındaki er gibi olmamız gerektiğini,
- “Kişi sevdiğiyle beraberdir” hadîs-i şerîfi mucibince ehl-i beyti, ezvac-ı tahiratı, ashab-ı kiramı, mezhep imamlarını, İmam-ı Azam Efendimizi ve evliyaullahı çok sevip onlarla beraber olmayı arzu ederek, onlara karşı hiçbir zaman haddimizi aşmamamız gerektiğini,
- Efendimiz (s.a.v.) ve Hz. Ebu Bekir (r.a.) başta olmak üzere sahabe-i güzin efendilerimiz için hüzünlenip ağlayabilmeyi, onlara yapılan hiçbir saygısızlığı kabul etmeyip Efendimiz (s.a.v.)’in buyurduğu üzere; yapabiliyorsak elimizle, yapamıyorsak dilimizle müdahale etmeyi, onu da yapamıyorsak en alt mertebe olan, kalbimizle buğzedip oradan uzaklaşmamız gerektiğini, özellikle Hz. Ebu Bekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.), Hz. Osman (r.a.), Hz. Ayşe (r.anha)’ya dil uzatıp iftira atanlara karşı uyanık olmamız gerektiğini, Hz. Ali (r.a.) efendimizle Hz. Muaviye (r.a.) arasındaki ihtilafın ictihad farkı olduğunu ve bu hususta yorum yapma hakkımızın olmadığını,
- Tarikatın nâ ehil kimseler tarafından asıl amacından saptırıldığını, halbuki tarikatı, İmam Gazali Hazretleri’nin buyurduğu gibi “Şeriat billur bir vazo, vazonun içindeki bal İslam’ın hakikati ve bu balı yemenin yolu da tarikattir” şeklinde anlamamız gerektiğini,
- “Bir mezhebe tabi olmaya gerek yok, herkes içtihad yapabilir” diyenlere karşı; mezheblerin İslam’dan ayrı birer müessese olmadığını, dört hak mezhep imamının ilminin silsile olarak Efendimiz (s.a.v.) dayandığını, mezhebler arasındaki farklılıkların hadîs-i şerîfte “Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır” olarak buyrulan rahmet olduğunu ve ancak bu zatlardan birinin yolundan giderek Hak yolda olabileceğimizi,
- Efendimiz (s.a.v.)’e îmân etmeden de cennete gidilebileceğini iddia edenlerin ömür boyu La ilahe illallah deseler de Muhammed-en Resulullah demeden cennete giremeyeceğini,
- Efendimiz (s.a.v.)’in, Cenab-ı Hakk’ın zâtı hakkında düşünmemizi yasakladığı halde bazı kimselerin Allah (c.c.)’nun zâtı hakkında yorum yapacak kadar ileri gittiklerini,
- Dünyada İslam adına çalıştıklarını savunan terör örgütlerinin aslında beyne’l minel güç teşkilatları tarafından kurulmuş olduğunu ve İslam’la hiçbir alakaları olmadığını,
- Ehl-i sünneti içten yıkmaya, bizi İslam’ın özünden uzaklaştırmaya çalışan tüm bu tahrif hareketlerine karşı çok dikkatli ve uyanık olmamız gerektiğini,
- Fıkıh kitaplarından başlayıp, çokça okuyarak dinimizi öğrenmemiz gerektiğini; tarihimizi doğru anlatan kitaplardan da tarih okuyarak iyi bir tarih şuuruna sahip olmamız gerektiğini,
- Kur’an Kerim’in mealini hüküm çıkarmak için değil, namazda okuduğumuz sureleri düşünmek için okuyabileceğimizi ve ehl-i sünnet âlimlerinin tefsirlerinden istifade etmemiz gerektiğini,
- İslam’ın aksiyon değil, amel dîni olduğunu, kitle psikolojisiyle yapılan bazı eylemlerin bizleri deşarj ettiğini ve Müslümanlar olarak bizim şarj olmaya ihtiyacımız olduğunu,
- Mehdi-Âli Resul hazretlerinin geleceği gün için çok çalışıp onun ordusunda olmak için dua etmemiz gerektiğini,
- Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s) Efendi Hazretleri’nin bize nasihat ettiği beş şey olan; az yiyip oruç tutmaya, zikrullaha devam etmeye, teheccüdde kalkmaya, salih ve sadıklarla beraber olmaya, ibadet ve duayı huzur ve huşu içerisinde yapmaya her zaman çaba göstermemiz gerektiğini,
- En gerisinde bile olsak Müslümanların içinde bulunmanın şerefinin bize yettiğini,
Ve daha nicelerini, bizlere gerek İstanbul’a teşriflerinizde, gerek Cuma sohbetlerinizde gerek anlattıklarınızı kendi hayatınızda bizzat tatbik ederek öğrettiğiniz gerek bizleri umreye götürerek, Medine’de yaşama arzumuzu güçlendirdiğiniz için zat-ı alinize sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz. Tüm bunları sağlık sorunlarınıza rağmen gerçekleştirip İslâmi gençliğin yetişmesine büyük hassasiyet gösterdiniz. Üzerimizdeki emeğinizi ve hakkınızı asla ödeyemeyiz. Allah sizi başımızdan eksik etmesin. Size ve Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretlerine hakkıyla evlat olabilmemiz için duanızı talep ediyoruz. Cenab-ı Hakk’tan, bizleri, sizin ve Efendi Hazretleri’nin yanında, Firdevs cennetinde, aşığı olduğunuz Resulullah Efendimiz (s.a.v.)’in sofrasında, Cemalini çokça seyreden zümreden etmesini niyaz ediyoruz. Âmin.
[1] Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayete göre: “(Cennetteki köşklerin) Bir kerpici gümüş, bir kerpici altın, harcı keskin kokulu misk, döşemesi inci ve yakut(tandır)…” (Müslim, Tevbe 27; Dârimî, Rıkak 17)
[2] Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayete göre, Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Cennetlikler cennete birbirlerinin köşklerine derece farklılığından dolayı ufukta batmakta ve doğmakta olan yıldızları görür gibi göreceklerdir. Bunun üzerine Ashab: Ey Allah’ın Resûlü! dediler, onlar peygamberlerin köşkleri midir? Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki evet peygamberlerin ve Allah’ı ve Peygamberleri tasdik edip inanan bütün insanlarındır.” (Müslim, Cennet 3)
[3] Buhâri, Salât 65; Müslim, Mesâcid 25; Tirmizî, Salât 237.
Hakkında Söylenenler
“Ömer Öztürk kılavuzdur, En emîn ihvânımdır, mânen görevlidir.” Hz. Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.)
“Sami Efendi hazretlerinin senin hakkında söylediklerini yazsaydım ciltler dolusu kitap ortaya çıkardı.” Ömer Kirazoğlu (r.h.)
“Ömerciğim, mümkün olsa şu kalbimi çıkarıp sana verirdim.” Necip Fazıl
“Türkiye’nin kaderinde söz sahibi olarak görmeyi arzu ettiğimiz ve MTTB’nin Tevfik İleri’den bu yana en önemli genel başkanı Ömer Öztürk’tür.” Mustafa Miyasoğlu
“Ömer Öztürk bir ekoldür.” İbrahim Eken Hocaefendi
“Türkiye’de İslâmi gençlik hareketi Ömer Öztürk ile başlamıştır.” Korkut Özal
“Sohbetlerinde bulunmak şerefine nail olduğum bu Allah dostunun kırk küsür yıldır Kur’ân ve sünnete aykırı bir davranışını görmedim.” Prof. Dr. Erman Tuncer
“Ömer Öztürk, dinamik, kararlı, güven ve huzur veren kişiliği; gençliği gündemin önünde taşıyan yönetim anlayışı; bilgi, görgü birikimi ile örnek alınacak bir şahsiyet olarak hayllerimize ve belleğimize işlendi. Kendileri, MTTB’yi gerçek kimliğine kavuşturan ve gençliğe yön veren unutulmaz genel başkan olmasından öte hepimiz için hâlen iyi bir “rol modeli” dir. Prof. Dr. Abdusselam Uluçam
Ayrıntılı Bilgi ve Sohbetleri İçin: www.ramazanoglumahmudsamiks.com
Sosyal Medya Hesaplarımızı Takip Edin