Ne mümkün bunca âteşle şehidi aşkı gasl etmek
Cesed âteş, kefen âteş, hem âb-ı hoş-güvar ateş.
Menemen Hâdisesi 1930 senesinin sonlarında İzmir’in Menemen kazâsında meydana gelmiş, getiril- miştir. Bir tertipten ibaret olan bu hadise ile hedefle- nen şey başkadır. Ve sonunda hükümet, esas “suçlu”yu bulur: ‘Cinayet, devrimleri sindiremeyen Nakşîlerin işi- dir!’ Hemen örfî idare (sıkıyönetim) ilan edilir.
Menemen hâdisesinin baş mes’ulü olarak Muham- med Esad Efendi görülmüştür. Âsilerden biri vaktiyle 10 gün şeyhin evinde kaldığını söylemişti. Ayrıca Esad Efendi’nin Bursa kaplıcalarına gidişinde kendisini karşılayanların çokluğu hükümeti endişeye düşürmüş;
Ankara’dan gidenlere bile yapılmayan tezahüratın, bir hocaya layık görülmesi hiddete yol açmıştır. Menemen hâdisesi, bu nüfuzlu şeyhi bertaraf etmek için bahane olmuş; maznunlar da onunla bir şekilde irtibatlandırılarak yargılanmıştır.
Menemen vâkıasına -o dönemin iletişim ve ulaşım şartlarında ne şekilde olduğu belli olmasa da karıştığı gerekçesiyle Sarıkamış’tan hocaefendiler getirilerek yargılanmıştır. 1930 yılında hazırlanan bu hâdise ile o seneye kadar ortadan kaldırılması şu veya bu sebeple mümkün olmamış büyüklerin son kez elenmesi hedeflenmiştir. 1930’a kadarki o az bilinen kapalı tarih ile ilgili yaşadıklarını bir Albay hatıratında şöyle yazar: “Ankara’da bize bir gece askerlerinizi götürün ve gelen yük vagonlarının başında nöbet bekleyin diye talimat verdiler. Komutana sordum, ‘Yâhu bu yük vagonlarını beklemek için şu soğuk havada asker götürmenin mânâsı ne?’ Komutan: ‘Yük vagonlarının içinde ne var sen biliyor musun?’ ‘Bilmiyorum komu- tanım’ Komutan: ‘O yük vagonlarının içerisinde Konya, Seydişehir ve civarının bütün âlimleri var. Yarın sabah hepsi idam edilecek.’ dedi.” Nitekim sûikast ile öldürü- len Uğur Mumcu der ki: “Bunlara İstiklal Mahkemeleri diyemeyiz, olsa olsa İstiklal İnfaz Kurumları diyebiliriz. Çünkü bunlar sadece gelenleri infaz ettiler.” Malumdur o dönemde 8 farklı İstiklal Mahkemesi kurulmuş ancak bunlardan biri olan Ankara’daki -diğer 7 tanesi yokmuş gibi- kamuoyu tarafından bilinmektedir. Bu 8 mahkemede, sözde yargılamaları yapanlardan sadece bir tanesinin hukukçu olması, bu mahkemelerin tamamen güdümlü ve verilmiş belli kararların uygulanmasıyla vazifeli olduklarının kanıtıdır. Yıllar sonra Cellat Kara Ali, gazetecilerin kendisiyle yaptığı bir röportajda son 12 yıl içinde (sadece kendisinin) 5216 kişiyi astığını söy- lemiştir. ‘Üç bin küsuru Konya’da, kalanı da İzmir’in is- tirdadından bugüne.
Olaydan 20 yıl sonra Burhanettin Onat, meclis kür- süsünden şöyle diyecektir: “…Senelerden beri din mevzuu bu kürsüye irtica mevzuu olarak gelmektedir… Menemen hâdisesini bir irtica vak’ası diye kabul etmeye hakkınız yoktur. O, birkaç esrarkeşin şuursuzca yaptığı bir harekettir. O zamanki devrin, idarenin te- mizlik hareketi için elinde bir silah olarak kullanılan bir vasıtadır.”
Nitekim Menemen hâdisesi ile ilgili de ABD’nin An- kara sefiri Grew, ‘Hâdiseden gerçekliğinden şüphelen- mek için kâfi sebep vardı’ demiştir. Fethi Bey ve Rıza Nur, hâdisenin müsebbibinin hükümet olduğunu söy- lemiştir. Aynı şekilde Necip Fazıl Kısakürek ve Mustafa Müftüoğlu’dan sol çizgideki Prof. Dr. Mete Tunçay’a ka- dar pek çok araştırmacı yazar Menemen Hâdisesinin mizansen olduğunda fikir birliği içindedirler.
- Aralık 1930’da Menemen’de meydana gelen hâdisenin perde önündeki baş aktörü Giritli Mehmed isimli bir esrarkeş Her nedense, bu hâdiseden bah- sedilirken hep onun ismi söylenir ve onun bir Nakşî ol- duğu belirtilir. Hâlbuki hakikatler öyle değildir. Giritli Mehmed sadece bir piyondur.
Kubilay’ın Ailesinin Beyanları
Hâdisenin başka merkezlerde ve en ufak teferruatı düşünülerek tezgâhlandığı kesindir. Üstelik hâdisenin Menemenlilerle, Nakşilerle ve dindar Müslümanlarla en ufak bir alâkası yoktur. Bunu, katledilen yedek subay Mustafa Fehmi Kubilay’ın eşi ve oğlu da açıkca ifade etmişlerdir. Kubilay’ın hanımı Fatma Vedide Ersuz, vefat etmeden evvel şunları ifade etmişti:
“Ben eşimin katledilmesi olayından sonra bu menfur olayı umumileştirerek Menemenlileri de, din adamlarını da hakir gösterenlerden yana değilim.”
Kubilay’ın oğlu Vedat Kubilay, hâdisenin Menemenlilerle hiçbir alâkası bulunmadığını bildiriyor ve şunları ifade ediyor:
“Menemenlilerin suçlanmasının sebebi, esrarkeşlerin ip istemesi sırasında 2-3 kişinin koşarak ip getirmesidir. Yoksa Menemenlilerin hâdisede hiçbir suçu yoktur. Olay Türkiye’nin başka bir yerinde de yaşanabilirdi. Menemenlilerin hâdiseye karışmadıklarının başka bir delili de, muhitinde sevilip sayılan itibarlı biri olan Saffet Hoca’nın esrarkeşleri kapısından kovmasıdır. Hâdiseyi daha kuvvetli gerçekleştirip ehalinin desteğini sağlamak için geldikleri sabah Saffet Hoca’yı saflarına çağıran esrarkeşler, aradığı ilgiyi bulamamış- tır. İleriyi gören bir âlim olan Saffet Hoca kendilerine, ‘Sizin yaptığınızın din ile alâkası yok’ der. Esrar içtik- lerini anladığı için böyle konuşmuş olabilir. Tabii sadece Saffet Hoca destekleseydi, olayın çapı çok daha büyürdü. Hocanın onları kovalaması Menemenlilerin yüz akıdır. Defalarca söyledim. Menemenlilere dargın değilim. Menemenlilerin hiçbir kabahati yok. Hatta Menemenlilerin iftihar etmesi lazım. Şayet isyancı- lara uysalardı, mani olunamaz olay ile sarılamaz yara- lar açılabilirdi.”
Bu süreçten sonra tarihe kara leke olarak geçecek olan hükümler belli oldu. Mahkemede, hakkında verilen idam cezası yaşlılığı sebebiyle müebbet hapse çevrildi. Oğlu Mehmed Ali Efendi ise idam edildi. Esad Efendi (k.s.) Menemen’de askerî hastahanede tedavi görürken 3/4 Mart 1931 gecesi vefat etti. Onun zehirletilerek öl- dürüldüğü şeklinde bir kanaat de vardır. Üstad Necip Fazıl da, Esad Efendi hazretlerinin evvela yavaş yavaş zehirlendiğini lakin bu hastalığını arttırmaktan başka bir işe yaramayınca, kaldırıldığı Askerî Hastahanede bir gece damar içi bir şırınga ile tekrar zehirlenerek şehid edildiğini yazar.
Hatta anlatıldığına göre, gelen doktor Esad Efendi (k.s.)’nin kaldığı hücreye girip iğneyi yapmaya çalı- şır ama elleri de titrer. “Evladım sen vazifeni yap, saa- timiz gelmişse o tesir eder, Cenâb-ı Hak bizi öbür ta- rafa götürür. Saatimiz gelmemişse de bir şey olmaz, zarar gelmez” der.
Konuyla ilgili Ali Ulvi Kurucu şöyle der: “Esad Efendi Hazretleri:
N’ola bir kerre şâd olsun cemâl-i bâ kemalinle
Mısraında dediği gibi hakikaten Rasûlullah (s.a.v) yolunda şehit olmuş bir mü’min-i kâmil, bir veliyy-i muhlis idi.”
Cenazesi ailesine verilmeyerek resmî makamlar tarafından Menemen’de defnedildi. 1950’li senelerinde harfiyat çalışmaları bahanesi ile mezarlar kaybedildi. Mezarının bulunduğu arsa üzerinde 1962-1963 yılla- rında bir cami yaptırıldı.
Esad Efendi (k.s.)’nin mezarı gizlenmiş, kimseye gösterilmemiş ve böylece gözlerden ırak bir yerde kaldı- rılmıştır. Defn işi gece yapılmıştır. Esad Efendi (k.s.)’nin kabrini ziyarete Menemen’e giden bir zât başından ge- çeni şöyle anlatır: Kabri sormak için münasip birini ararken gözümün kestiği zâta: “Ben Esad Efendi (k.s.)’nin kabrini ziyaret etmek istiyorum. Nerede olduğunu bili- yor musun?” der. O zât: “Aman sus. Sesini çıkarma, ben onu sana gizlice tarif edeyim” der. Ve bir müddet sonra, kabri soran zâtı alır, ikiye ayrılmış dağın eteğine götü- rür. Şu yukarıdan gelen derenin ikiye ayrıldığı yerde dur. Sağını solunu gözet. Mutlaka burnuna güzel bir koku gelecek. Bu güzel kokunun kaynağına dikkat et. Bilesin ki, aradığın mezar o kaynaktır, diye tarif eder. Kayserili ziyaretçi zâtın itirafı şu şekildedir: “O tarif edilen yere vardığımda, ilâhi bir mânevî gül kokusu etrafı sarmıştı ki, kokunun kaynağına gelip durdum. Gördüm ki hakikaten kabre benzer bir şey var. Kabrin başında kabir âdâbına riayet ederek gerekeni yaptım ve murakabeye daldım. Esad Efendi (k.s.)’nin rûhu ile rûhum mânevî bir şekilde buluştu.”
Mezarıyla ilgili İzmir’de ikamet etmekte olan Dok- tor Dursun Bey’in anlattıklarına göre bir diğer rivâyet de şöyledir: Sâmi Efendi hazretleri, bir gün İzmir’i teşrif buyurdular. Ve bize: “Haydi Menemen’e gidelim, Esad Efendi (k.s.)’nin kabrini bulalım” dediler. Arabayla Menemen’e gittik, bir müddet gezdikten sonra bir yerde durduk ve arabadan indik. Kendileri biraz ilerledi ve uzun süre dua ettikten sonra: “İşte Esad Efendi (k.s.)’nin kabri şurası, 29 halîfesi de şurada medfundur dedi. Bu arsayı satın alın ve buraya cami yaptırın” diye emir buyurdu- lar. Arsa satın alındı ve dedikleri yere şu anki Safâ Camii yaptırıldı.178 Caminin projesini Sâmi Efendi hazretlerinin damadı Ömer Kirazoğlu bey çizmiş, yapım kalfalığını da Mahmut Gezer bey bizzat üstlenmiştir.