Muhammed Esad Erbili (k.s.) Kimdir?
Muhammed Esad Erbili (k.s.) Kimdir?
Şeyh Muhammed Esad Erbili (Kaddesallahu Sirrahul Aziz) Hazretleri Silsile-i Aliyye olarak telaffuz edilen, Nakşi silsilesindeki büyük veliler zincirinin otuzikincisidir.
Esad Erbili (k.s.) Hayatı
Hicri; 1264., M; 1847 senesinde Musul’a 60 km mesafedeki Erbil kasabasinda doğmustur.
Babası, Nakşi – Halidi Şeyhlerinden Muhammed Said Efendi, dedesi yine Nakşi – Halidi Şeyhi ve Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinin halifelerinden Hidayetullah Efendi’dir. Esad Erbili hazretleri ilmi ve tasavvufi bir ortamda büyümüş, babasından ve bölgedeki âlimlerden klasik usülde iyi bir eğitim almıştır. Keskin zeka ve kuvvetli hafızası sayesinde normalde 8-10 yıl süren bir eğitimi 5-6 sene gibi bir sürede tamamlamış, 23 yaşında iken zâhiri ilimlerde (alet ilimlerinde ve âlî ilimlerde) icazetname almıştır. Ana dili Türkçe olmakla birlikte Arapça ve Farsça’ya derin vukufiyet kazanan Esad Erbilî hazretleri, hadis ve tefsir ilimlerinde yed-i tûlâ sahibi olmuştur.
Not: Hayatının tamamını detaylı olarak okumak için buraya tıklayabilirsiniz.
Esad Erbili (k.s.) ve Nakşibendi Tarikatı
Aynı yıl Nakşibendi tarikatına intisab etmiştir. İntisab ettiği sene, tarikate girmek isteyenlere bu yolu talim etmek üzere kendisine izin verilmiş, 5 yıl sonrada mutlak hilafetle şereflenmiştir.
Seyr u sülukunu (manevi gelişim ve kemale erme sürecini) bu 5 yıl içerisinde ve devrin kutb-u irşadı Taha’l Hariri hazretlerinin gözetiminde tamamlamıştır.
Hicri 1292 senesinde Taha’l Hariri hazretlerinin irtihali ile postnişin olarak irşada başlamıştır. Bu arada hacca gitmiştir.
Esad Erbili Hazretleri üstâdının vefâtından yaklaşık 1 yıl sonra, 1888 senesinde 40 yaşındayken, alem-i manada, Resulullah (sav) Efendimiz’den aldığı manevi bir işaretle Osmanlı payıtahtı İstanbul’a gelmiştir. Esad Efendi kendisine vücut vermeyen bir kimse olduğu için İstanbul’a geldiği ilk zamanlar ilmî ve manevi durumunu adeta gizlemiş, kimseye arz-ı hâlde bulunmamıştır. Bir süre Beyazıd’ta bir medresede talebelerin hizmetiyle meşgul olmuş, maddi olarak zor dönemler geçirmiştir.
Kısa sürede velûd bir âlim, kamil bir mürşid olduğu anlaşılmış, şöhreti bilhassa ilim ehli ve devlet ricali arasında artmıştır. Şeyhü’l İslam tarafından kendisine, hali hazırdan boş bulunan Kelami Dergahı postnişinliği verilmiş ve burada göreve başlamıştır.
Esad Erbili (k.s.) ve Abdülhamit Han
Dergahta zikir, hatm-i hâce ve sohbet halkaları devam ederken haftanın belli günleri Fatih Camiinde; “Hafiz divani” ile Mevlana Cami’nin; “Lüccetul-Esrar” adlı eserlerini okutmuştur.
Yine bu yıllarda Sultan Abdulhamid Han-ı sâni hazretleri tarafından Meclis-i meşayıh azâlığı görevi Esad Erbili hazretlerine tevcih olunmuştur.
Hüseyin Vassaf Efendi’nin Sefine-i Evliya isimli eserinde o günler şöyle anlatılır: “Esad efendi hazretleri Cuma günleri dergahında zikirden evvel sohbet eder insanları adeta kendisine esir ederdi. Hatta kendisine ön yargı ile yaklaşan bazı zahiri ilim erbabı, bu sohbetleri dinledikçe suî zanlarından vazgeçerler, ‘Bu iş bizim bildiğimiz gibi değilmiş’ itirafında bulunurlardı. Hatta Fatih ulemasından olup rabıta ve tarikata şiddetle karşı olan zamanın bazı mutaassıbları, Esad efendi hazretlerinin kemalatı karşısında meftun olmuşlar ve kendisine intisab etmişlerdir. ‘Zikir yaparken sağa sola sallanmak, haram olan raks kapsamındadır diye fetva verenler; bu zikir halkalarında kendilerini zıp zıp sıçrarken bulmuşlar daha sonra Nakşî yoluna gönülden bağlanarak bu itirazlarından vazgeçmişlerdir.”
Bir süre sonra Esad Erbili hazretleri, Abdulhamid Han‘ın iradesiyle tekrar Erbil’e gelmiştir. Necip Fazıl‘ın, Son Devrin Din Mazlumları isimli eserindeki beyanına göre bu gelişin gerçek sebebi tam olarak anlaşılamamıştır. Burada bir sürgün görüntüsü varsa da; Abdulhamid Han’ın Esad Efendi’ye teveccüh ve iltifatlarına, Esad Efendi’nin de Kenzül İrfan kitabı mukaddimesinde Sultan hakkındaki sitayişkâr ifadelerine bakılırsa işin aslı farklı olmak gerekmektedir. Abdulhamid Han’ın, Esad Efendi gibi şeriat ve tarikat ehli bir zâtın kadru kıymetini takdir edememesi, Esad Efendi hazretlerinin de halife-i müslimin, emirü’l mü’minin Ulu Hakan hakkında isabetsiz bir mülahazada bulunması düşünülemez.
(Menemen Şehidi Şeyh Esad Erbili hazretlerinin hayatını aşağıdaki kısa videodan izleyebilirsiniz.)
Esad Erbili (k.s.) ve Türk Muhibleri Cemiyeti
Bu noktada en sağlıklı değerlendirme Kelami dergahında yıllarca bizzat kalmış, Kastamonulu Hasip (Yılanlıoğlu) Efendi isimli zata ait gözükmektedir. Bu zâtın beyanına göre Abdulhamid Han Esad Erbili Efendi’yi belli bir görevle Erbil’e göndermişti. Bu görev bölge halkını İngiliz oyunlarına karşı bilinçlendirmek, Osmanlı’ya bağılılığı güçlendirmekti. Nitekim Esad Erbili hazretleri oğullarıyla beraber orada bu yönde çalışmalar yürütmüş, Türk Muhibleri Cemiyeti‘ni kurmuştur.
Esad Efendi hazretleri daha sonra tekrar İstanbul’a dönmüş ve Kelami dergahında irşâda devam etmiştir.
Esad Erbili (k.s.) Sultan Reşad tarafından 22 Cemaziyelahir 1332 (1913) tarihli irade ile “Şeyhu’l Meşayıh” vazifesine getirilerek, Osmanlı topraklarındaki bütün şeyhler kendisine bağlanır. Bu dönemde Sultan Mehmet Reşad bizzat gelerek Kelâmi dergahında Esad Erbili hazretlerini müteaddit defalar ziyaret etmiştir. Esad Efendi hazretlerinin bu görevi esnasında tekkelerin ıslahı ve görevlere ehil kimselerin getirilmesi yönünde büyük gayretleri olmuştur. Şer’i şerife tam uygun bir tasavvuf anlayışını yerleştirmeye çalışmıştır. 1915 senesinde bu görevinden istifa ederek ayrılmıştır.
Bu yıllarda devlet büyük badireler içine girmiş, Esad Efendi hazretleri çeşitli cephelerde verilen mücadeleyi desteklemiştir. Hatta rivayete göre Fevzi Çakmak bizzat kendisini ziyaret ederek hayır duasını talep etmiştir.
Erenköy Günleri
Cumhuriyetin ilanından sonraki yıllarda Esad Erbili hazretleri, o zamanlar İstanbul’un biraz dışında bulunan Erenköy’de bir köşke taşınmış ve orada ziyaretçilerini kabul etmek suretiyle irşad faaliyetlerine sessiz sedasız devam etmiştir.
Esad Efendi hazretlerinin buradaki münzevi hayatı da yeni kurulan rejimi rahatsız etmeye yetmiş, ‘potansiyel tehdit’ olarak görülmüş ancak sevenlerinin çok olması ve toplumdaki ağırlığı nedeniyle ilk zamanlar dokunulmamıştır.
Esad Erbili (k.s.) ve Menemen Olayı
Esad Efendi‘nin Bursa ziyareti esnasında kendisine gösterilen alaka, öteden beri devam eden rahatsızlığı iyice artırmış ve harekete geçilmesi kararı alınmıştır. Ancak 83 yaşında, münzevi bir hayat süren, aleyte herhangi bir hareket içinde olmayıp sevenlerine sohbete devam eden bu zâtı ortadan kaldırmak için bir bahane lazımdı ve bu bahane kurgulanarak Menemen‘de tatbik edildi.
Not: Menemen vakasını detaylı olarak okumak için buraya tıklayabilirsiniz.
Bu tertiple aynı zamanda, İstiklal Mahkmelerinden arta kalan alim ve kanaat önderlerinin son kez elenmesi ve ortadan kaldırılmaları hedeflenmiştir. Çeşitli kimselere para verilerek hazırlatılmış bu tiyatro dindar kesime mâl edilmiş bu vesile ile Kars, Karadeniz, İstanbul ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinden hocaefendiler getirilerek Menemen’deki hadiseyi azmettirdikleri iddiasıyla idama mahkum edilmiştir. 37 kişiye idam kararı veren Muğlalı Paşa (sonradan vatan hainliği suçundan kendisi de idam edilmiştir) bir hakim veya bir hukukçu olmayıp sadece kendisine verilen emri (zevkle) yerine getirmekle görevli bir kimseydi. Böylece göstermelik bir yargılama ile idam kararları alelacele infaz edildi. İdam edilenler arasında Esad Erbili Efendi’nin oğlu, halifesi, Osmanlı dönemi müderrislerinden Ali Efendi de vardı. Esad Erbili hazretlerinin yaş haddinden dolayı idam kararı müebbede çevrildiyse de hastane odasında zehirli iğne verilmek suretiyle 3-4 Mayıs gecesi şehid edildi. Günümüzde bu hadisenin kurgu olduğu artık tamamen anlaşılmış, Kubilay’ın oğlu ve hanımının bu yöndeki beyanları kayıtlara girmiştir. (Necip Fazıl’ın ‘Son Devrin Din Mazlumları’ kitabında hadise ile ilgili detaylara yer verilmektedir. Mevzu daha kapsamlı bir şekilde ve son bilgiler ışığında Ömer Muhammed Öztürk‘ün ‘Menemen Şehidi, Şeyhu’l Meşayıh Esad Erbili (ks)’ kitabında anlatılmaktadır.)
Menemen hadisesi kapsamında Esad Erbili hazretleriyle alakası olan hemen herkes gözaltına alınmış kimi idam edilmiş kimi kısa veya uzun süreli hapis yatmıştır. Zaman zaman Esad Efendi’yi ziyaret eden Abdulhakim Arvasi hazretleri de bu ziyaretleri ile ilgili sorgulanmış, Esad Efendi’nin köşkünde teravih namazlarını kıldıran meşhur hafız Abdurrahman Gürses Hocaefendi de bu suç(!)undan dolayı tevkif edilmiş, sonradan hatıratında bu esnada yaşadıklarını anlatmıştır.
Esad Erbili hazretleri Menemen’de gece vakti askeri sahada bilinmeyen bir yere defnedilmiş, çok sonraları postnîşin halifesi Sami Efendi hazretleri tarafından kabri tesbit edilerek bulunduğu yere bir cami yapılmış, caminin meşrutasındaki kütüphanede bulunan masanın altı kabir yeri olarak işaretlenmiştir. 2015 senesinde bu kütüphane türbe haline getirilerek sanduka konulmuş ve ziyarete açılmıştır. Sami Efendi hazretlerinin manevi evladı ve vekili Muhterem Ömer Öztürk sohbetlerinde proje ve yapım süreci ile ilgili bilgiler vermiştir. Detaylı bilgi için web sitesini buraya tıklayarak inceleyebilirsiniz.
Esad Erbili hazretlerinin, o dönemde Balkanlar’dan Mezopotamya’ya ve daha doğu bölgelere kadar olan sahada yüz binin üzerinde mürid ve muhibbinin olduğu tahmin edilmektedir. Hazret özellikle ilim ehlinin çokça rağbet ettiği bir kimse olmuştur. Pek çok halifesi vardır halifelerinin sayısı tam olarak bilinmemektedir.
Postnîşin halifesi ve Nakşî silsilesinin 33. halkası Mahmud Sami Ramazanoğlu (ks.) hazretleri Esad Efendi’nin yolunu devam ettirmiştir. (Sami Efendi hazretleri ile ilgili detaylı bilgi: www.ramazanoglumahmudsamiks.com )
Esad Erbili Efendi Menkıbeleri
Aşağıda Esad Erbili hazretlerinin menkıbelerinden örnekler yer almaktadır. Tamamı için buraya tıklayınız.
Hasta Siz Değil Benim!
İstanbul’da ileri gelen ihvanlardan bir kaç tanesi, tasavvufa mesafeli duran doktor bir arkadaşlarını Esad Efendi hazretlerine muayene bahanesi ile getirip tanıştırmak isterler. Maksatları doktor arkadaşlarının bu yoldan istifade etmesini sağlamaktır. Esad Efendi hazretlerine de durumu iletirler
Muayeneye başlayan doktor, çantasındaki aleti çıkartıp, kulakcağı ile Hazret’in mübarek vücudunun çeşitli yerlerini dinler. Aleti nereye koysa “Allah, Allah, Allah..” sesi gelir.
Vaziyeti anlayan doktor,
-” Efendim, hasta siz değil, benim.” der ve Hazret’in eline sarılır. Hazret’i Pîr, doktoru evlâtlığa kabul eder.
Gitmesin Dedi
Mahmud Sami Ramazanoğlu (ks) Hazretleri, dergâhta talebe iken, dergâhın birçok işlerini görür; dergâha gelen mektupları Hazret’in huzurunda o okur, cevaplarını da o yazardı.
Bir gün, Adana’daki anne ve babasını ziyaret (sıla-i rahim) etmek için, dergâhtaki Ali Baba vâsıtası ile Üstadından izin ister.
Ali Baba:
-” Efendim Sami efendi, vapurla Adana’daki anne ve babasını ziyaret için izin istiyor.” der.
Üstadım eşyalarını toplar bavuluna yerleştirip cevap beklerken, Ali Baba gelir:
-” Üstadım Hazretleri; ‘Gitmesin’ dedi..!” der..
Hemen eşyalarını bavulundan çıkarıp yerlerine yerleştirir, hikmetini bile sormaz.
Aradan bir kaç gün geçince duyulur ki; o gideceği vapur denizde batmıştır, Hazret’in; “Gitmesin” emrinin hikmeti anlaşılır.
Kitaplarından Pasajlar
Şeyh Muhammed Esad Erbili (k.s.) buyurdular ki:
” Yüce tarikatların herhangi biri olursa olsun; Esası ve binası şeriattır.
Bir insanın kavlini ve fiilini (söz ve hareketini) şer’i şerife tatbik etmezse, tarikatta tefeyyüz edemiyeceği (tarikatta feyiz alamıyacağı) şüphesizdir. Doktorun ilâcını istiğmâl (kullanıp) edip, perhizine riayet etmeyen bir hasta gibi olur.”
Yine buyurdular ki:
“Tarikatı aliyye de tefeyyüz ve terakki (feyiz almak ve ilerlemek), yalnız zikir ve evradın çokluğuna vabeste (bağlı) olmayıp, ihlâsı kalbiyye ve muhabbeti samimiyyenin (ihlâslı bir kalb ve samimi bir muhabbetin) de büyük tesiri olduğu erbabınca malumdur.
Meşâyıhı kiramın birisi şöyle demiştir naili füyuzat olmak için (feyze kavuşmak için) Mürşid-i Kâmilin nazar-ı envarlarını (nurlu bakışlarını) dahi medarı tefeyyüz ve terakki için (feyiz ve yol almak için) şart buyurmuşlardır. Şu kadar var ki; O nazarı kazanmak ve o sayede mahz-ı şeriate (şeriatın esrarına) nail olmak için sâlikin, evvelâ zahir şeriatı mutahharayı kemâli itaat ve inkıyadı ve sünneti seniyye-i Nebeviyye ye ittibâ-ı (evvelâ şeriatın dış hükümlerine tam uymak ve Peygamberimizin (sav) mübarek sünnetlerini tatbik etmek) şart ittihaz olmuştur.
Zira malumdur ki; Cenabı Hakk’a itaat etmeyen ve evâmiri şer’iyyesini (ve şer’i emirlerini) nazarı itibâra almayan âsiye (isyankâr kimseler), hiç bir zaman ve mekânda hadimi şeriat (şeriatın hizmetinde bulunan) Evliyâullah’m nazarı inayeti olmaz ve olamaz.”
Yine buyurdular ki:
” Evliya’yı kiram, Pirân-ı izam ile muhabbet olur ise, yevmi kıyamette (kıyamet gününde) onların zil himayesinde haşr-olunacağı hadis-i şerifte müstebittir (sabittir). Lâkin muhabbeti isbat eylemek onların rızaları dairesinde amel ve ibâdete mütevakkıftır (onların hoşnut olacakları tarzda amel ve kulluk şartına bağlıdır)” (Mektubat’tan)
Yüce Tarikatların (Turük-ı Aliyyenin) Kaynağı
Yüce Tarikatlar esas itibariyle birdir. Cümlesi (hepsi) Muhammediye‘dir. “Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin.” Ayetinde olduğu gibi, diğer bir çok âyeti kerimeler de Cenabı Hak, önce bizzat Peygamber (s.a.v.) Efendimize; İkinci olarak, ümmetine emretmiştir.
Zikir: Cenabı Hakk’ı meth-ü sena (övüp yüceltme) kasdıyle söylenilen güzel, hoş, temiz kelimelerin ve kalbde muhafaza edilen Allah sevgisinin neticesi olan fikir ve ince düşünüşden ibarettir.
Hazret-i Muhammed (s.a.v.) bu ilâhî emri, Cebrail Aleyhisselâm vasıtasıyle hakikatini anhyarak aldıktan sonra, lisâni ve kalbi zikri şerifini icrasına (tatbikatına) girişti.
Kalbi zikri ilk olarak Hazret-i Ebû Bekir Sıddık (r.a.) Efendimize öğretti. Ve bütün sahâbe-i kirama da öğretmesi için onu vekil etti.
Lisânî zikri de Hazret-i Ali (r.a.) Efendimize öğretti. Ve diğer sahâbe-i güzîne de anlatıp onlara bildirmesi hususunda onu vekil tayin etti.
Zikir bu şekliyle ikiye ayrılmış olup, birincisi Hazret-i Ebû Bekir Sıddık’a, ikincisi de Hazreti Ali Efendimiz’e nisbet edilmiştir.
Sünnet-i seniyye’ye bağlı olma hususunda gecikmeye, gevşekliğe hiç bir zaman izin vermeyen sahâbe-i kiram efendilerimiz, işaret edilen Halifelerden aldıkları Hafi (Kalbî-gizli) ve Cehri (dil ile-açıktan) zikirleri bütünüyle icra etmişler (yerine getirmişler) dir. Bu halleriyle onlar Cenabı Hakk’ın Kur’ânı Azîmüşşanmda beyan buyurmuş olduğu:
“De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Al-i İmran) âyeti celîlesinin şerefine nail olmuşlardır.
İrşada Yetkili Mürşidin Vasıfları
Mürşid; İstikâmet, nasihat, şefkat, merhamet gibi ahlâk-ı hamide (güzel, Muhammedi ahlâk ) sahibi, ahlâk-ı zemîme (kötü ahlâktan) sakınır olmalıdır.
- Şerîat-ı Mutahharanın gereğince istikâmet üzere âmil olması,
- İnsanları Şerîat’ı tatbik edip yaşamaya ve Allah-ü Teâlâ’yı huzur ile zikre irşâd etmesi,
- Mümkün mertebe bütün insanlara nasihat etmesi,
- Onlara takva yolunu göstermesi,
- Şer’an yapılması caiz görülmeyen şeylerden de nehyetmesi (sakındırması),
- Bütün mahlûkata (yaratılmış olan her canlıya) şefkat ve merhamet nazarıyla bakması,
- Küçüklerine merhamet, büyüklerine saygı göstermesi,
- Müridlerine gerekli olduğu kadar fıkıh ve tevhid akidelerini iyi bilmesi,
- Mü’minlerin ayıplarından muttali (vâkıf) olduklarını setretmesi, örtmesi,
- Mürşid ehl-i keşiften ise, kalblerin kemâlâtını ve âdabını, nefsânî hastalıkları ve âfetlerini bilmesi gerekir. Şayed ehl-i keşif değilse, müride arız olan hallerden veya görünüşünden bunu bilmelidir.
- Gönül zenginliğine sahip, ancak Allah rızasına muhalif işlerde kızan, güzel ahlâk sahibi bir zât-ı kâmil olmasıdır.
Soru: İrşada salahiyetli mürşidin, keramet göstermesi şart mıdır?
Cevap: Keramet şart değildir. Çünkü sahabe ve tâbiîn’in çoğundan (bazıları hariç), keramet nakledil-memiştir. Hattâ sahâbe-i kiramın en faziletlisi olmasına rağmen Hazret-i Sıddık-ı A’zam dan hiç bir keramet nakledilmemiştir. Allah cümlesinden razı olsun.