Facebook
Twitter
YouTube
android
  • Esad Erbili (k.s.)
  • Hayatı
  • Halifeleri
  • Menkibeleri
  • Eserlerinden Pasajlar
  • İletişim
Doğumu ve İlk Tahsili
Hacca Gidişi ve İstanbul’u Teşrifi
Tekrar Erbil’i Teşrif
Erbil ve İstanbul’daki Dergâh Faaliyetleri
Şeyhu’l Meşâyih Vazifesine Gelmeleri
Milli Mücadele Yılları
Said Nursi’nin Esad Efendi Hazretlerini İmtihana Kalkışması
Şemâili
Menemen Vak’ası ve Esad Efendi Hazretleri
Sami Efendi Hazretleri
Doğumu ve İlk Tahsili

Doğumu ve İlk Tahsili

Tecella-yı cemalinden habibim nev-bahar ateş
Gül ateş bülbül ateş sünbül ateş hâk-ü hâr ateş

Muhammed Esad Erbilî hazretleri, Sultan Abdülmecid Han’ın saltanatında, 1264/(1848) senesinde Kerkük sancağı mülhakatından Erbil kasabasında dünyaya teşrif buyurmuşlardır. Baba ve annesi tarafından seyyiddir. Babası Erbil’de bulunan “Hâlidî Tekkesi” şeyhi Muhammed Said Efendidir. Zaten dedesi Hidâyetullah Efendi ise; Mevlana Hâlid-i Bağdadî hazretlerinin yaptırdığı bu tekkeye tayin ettiği halifesidir. Esad Efendi hazretlerinin Şeyh Abdurrahmân Efendi nâmında birâderi vardır.

Şeyh Muhammed Esad efendinin (k.s.) çocukluk demleri, doğduğu yer olan Erbil’de geçmiştir. Zamanının usûlüne göre ilim tahsil eden Esad Efendi (k.s.), gayet zekî, hızlı kavrayışlı ve ilahî aşk yoluna girmiş bir zât olduğundan, Allah vergisi kâbiliyetlerinin de tesiriyle, az vakitte ilmî ve irfanî keşifleri günden güne arttı. Arapça ve Farsçanın edebî inceliklerine tam mânâsıyla vâkıf olan Erbilî hazretleri, tefsir ve hadiste de ihtisas sâhibi olduğundan; tâlib-i irfan olanlar, çeşme-i füyûzâtlarından müstefîd olurlar.

İlk tahsilini 23 yaşında iken H: 1287/M: 1870 senesi Erbil ve Deyr’de ikmal ettikten sonra, H: 1292/M: 1875 senesinde, mânevî bir işaretle Nakşî meşâyihinden Taha’l Hariri Hazretlerine intisab ederek, bâtın ilimlerinde de büyük bir başarı elde etmiş, üstadının himmet ve teveccühüne mazhar olmuştur. Bir sene içinde seyr-u sülûkunu ikmal ile, icâzet alıp, 29 yaşında mutlak halîfe olarak irşada mezun olmuştur.

Esad Efendi (k.s.), ilk tahsiliyle ilgili bilgileri kendi kaleminden şu şekilde verir: “İbtida-i tahsilim pederimin hankâh ve medresesinde ve muallim-i mahsusum Mehmet Efendiden olup, âhiren ulûm-ı âliyeyi ulemâ-yı benâmdan Davud Efendi merhûmdan bi’l-ikmal, bin iki yüz seksen yedi (1287/1870) tarihinde icâzetim dahi o zât-ı muhteremdendir.”

Esad Efendi (k.s.), bu icâzetnâmelerden bahisle, Kelâmî Dergâhı şeyhi iken kendisine gönderilen matbu evraka yazdığı kadarıyla “ilmî ve tarikî icâzetnâmelerim, Erbil’deki   kütüphânemizdedir.”  demektedir.

Hacca Gidişi ve İstanbul’u Teşrifi

Hacca Gidişi ve İstanbul’u Teşrifi

Ben el çektim safay-ı hâtır u ârâm-ı cânımdan,
Safâ âteş, cefâ âteş, firâr âteş, karar âteş…

Muhammed Esad Erbilî hazretleri, 1875 senesinde Erbil’den Hacca gider. Onun hac ve sonraki hayatı şöyle anlatılır: “Kafileler halinde hac etmenin hüküm sürdüğü sıralarda bir hayli ahibba ve müridanıyla birlikte hacca gittiklerinde bir gün Medine-i Tahire’de, âlem-i mânâda Hz. Peygamber (as) ile buluşmuş. Kendisine şöyle bir hitab-ı Rasûl vâki olmuştu:

– Evladım Esad! Sen artık İstanbul’a gideceksin. İstanbul’da hizmet edeceksin. Bu arada, böyle bir vazifenin sebeb-i hikmetlerinden de bazı sırlar açıklanmıştır. Sabah olduğunda, Esad Efendi (k.s.) bu durumu ileri gelen ahibba ve dostları ile görüşüp istişare ettikten sonra kendisi de İstanbul’a dönecek hac kervanına katılmaya karar vermiştir. Bu arada Erbil’de dergâhın umurunu da, ehil olan zevata havale etmiştir. Esad Efendi (k.s.) İstanbul’u hiç görmemiş, hiç kimseyi tanımamıştır. Müridandan bir zât, Esad Efendi (k.s.)’ye İstanbul’da bir arkadaşım var, emir buyurursanız ona mektup göndereyim. Çok iyi bir insandır. Herhalde size bir hizmeti dokunur, der. Ve bir mektup gönderir. Esad Efendi (k.s.) hac görevini tamamlayıp İstanbul’a geldiğinde, o müridin arkadaşı –mesleği kasap olan– zât hacılarını bekleyen zevatla birlikte İstanbul’a gelecek hac vapurunu bekler. Nihayet vapur geldiğinde, herkes hacıları ile buluşurken, bu zât da “Hoca Esad Efendi, Hoca Esad Efendi” diye elinde mektup bağırarak tanımadığı Esad Efendiyi (k.s.) bulur ve elinden çantasını alarak evine misafir eder. Esad Efendi (k.s.) evinde gereken hizmeti yapan bu kasaba ‘evladım misafirlik sünnet olduğu veçhi üzere, üç gündür. Ondan sonrası zaittir. Bize bir yer teminine bakalım der.’ Bunun üzerine kasap olan zât zamanın Şeyhülislâmlığına müracaat ederek boş bir yer (kadro) sorar, fakat hiçbir boş Nakşî tekkesi bulunamaz. Bu arada medreseye başvurur ve müdürle konuşur. Müdür kendisine talebelerle kalıp onlara hizmet etmek üzere bir oda gösterir.

Esad Efendi (k.s.), kaynaklara göre bu dergâhta talebelerle birlikte kalmış, ancak ilmî hüviyetini gizlemiş ve talebelerin uzun zaman bütün hizmetlerini yerine getirmiştir. Zamanla ilmî hüviyeti ortaya çıkınca müdür, kendisinden özür dilemiş ve ona tek kişilik bir oda vermiştir. Bu odada daha da sıkıntılı günler geçirmiştir. Önceleri talebelerle birlikte yiyip içen Esad Efendi (k.s.), talebelerden de ayrılmasıyla, günlerce aç kaldığı olmuştur. Halini hiç kimseye açmadığı gibi, hiç kimse de uzun zaman gelip halini sormamıştır. Bazen tek başına kaldığı odadan çıkar, bir müddet duvar dibinde oturur. Tekrar içeri odasına çekilirlermiş. Bu hal böyle devam edip giderken, medrese tarafına pencereleri olan bir köşkte, bir kız Esad Efendi (k.s.)’nin haline bakar. Bu kız, tedavi için İsviçre’ye dahi gitmesine rağmen iyileşmesi mümkün olmayan Behice Hanım’dır. Bu hanımefendi Âsım Paşa’nın kız kardeşidir. Pencereden medreseyi seyrederken, Esad Efendi (k.s.)’nin hali dikkatini çeker ve bir nezirde bulunur. “Ya Rab, günlerdir merakla seyrettiğim şu soluk benizli kişi, senin sevdiğin bir kişi olsa gerek. Eğer bu kişinin yüzü suyu hürmetine derdimden beni kurtarırsan, bu kişiyi yeni elbiselerle donatmak ve ona ziyafet çekmek, üzerime borç olsun der’ ve hastalık şifâ bulur.

Esad Efendi (k.s.)’nin Âsım Paşa ile tanışması burada olmuştur. Âsım Paşanın kız kardeşinin bir hastalığının Esad Efendi hazretlerinin vesilesiyle şifâ bulması sonucu Âsım Paşa, Esad Erbilî’yi evine dâvet eder. Şeyh Efendinin Âsım Paşa’ya teveccüh buyurması ile Âsım Paşa ve kız kardeşi Behice Hanım, Esad Efendi (k.s.)’ye intisab ederler.

İlk zamanlar Salkımsöğüt’te bulunan Beşirağa Dergâhında misafir olarak kaldılar. Burada kendisinin sohbetinden çok memnun oldular, gelip gitmeye başladılar. Ama Beşirağa Dergâhının şeyhi bu durumu kıskandı ve Esad Erbilî hazretlerini rahatsız etmeye başladı. Sonra Bâyezîd Parmakkapı’da Makasçılar içindeki câminin müezzin odasına yerleşti. Burada kendisini ziyaret edenler arttı ve bundan dolayı kendisi Fatih Camiinde Hâfız’ın Dîvân’ını okutmaya başladı. Yine Molla Cami’nin Lüccetü’l Esrar’ını okutmak için her Salı meclis oluşturmuştur.

Bayezid dersiamlarından Yekta Efendi istiğrak haline tutulmuş idi ve Esad Erbilî hazretleri onu bu halden çekip alınca şöhreti gayet artmıştı. Yekta Efendi dahi ona ram olmuştu. İlimde ve hikmetteki kıymeti artan Esad Efendi hazretlerini, Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın damadı Dervişpaşazâde Halil Paşa, saraya dâvet etmiş ve kendisinden bir sene devamlı olarak Arabî ve dinî ilimleri tedris etmiştir.

Şeyh Esad Erbilî hazretlerinin kadr-ü kıymetini takdir eden Sultan Abdülhamid Han, kendisini Meclis-i Meşâyih âzâlığına getirmiştir. Hazret, meclis günleri meclise, ders günleri ise Fatih Camiine ve saraya giderdi. Bu arada evini Bayezid Câmii imâretinin kapısı üstündeki odalardan, meydana bakan bir odaya taşıdı.

Buradaki hallerini Hüseyin Vassaf Efendi şöyle anlatır: “Cenâb-ı Esad’ın hâli herkesi kendine esir etmiştir. Nakşibendî yolunda sohbet esas olduğundan, Cuma günleri zikirden evvel ve sonra hikmet, edeb, tarikat neş’esi, esrar-ı aşk ve muhabbetten uzun uzadıya bahsederlerdi. Sohbetlerine katılanlardan ön yargı ve taassup sâhibi bazı kimseler, sohbetlere katıldıkça o düşüncelerinden vazgeçerler, “Bu iş bizim bildiğimiz gibi değilmiş derlerdi.”

Hüseyin Vassaf Efendi şöyle devam eder: ”Burada şöhretleri büsbütün şâyi’ oldu. Fatih ulemâsından olup rabıtayı putperestlik, tarikata intisâbı sapıklık olarak gören nice mutaassıbîn-ı zaman, Hz. Şeyh’in kemâlâtına meftûn olarak intisablarını arz ettiler, itirazdan vazgeçerek ona boyun eğdiler. “Zikir esnâsında sağa sola sallanmak, alamet-i rakstır, haramdır.” diye bağıranlar, Esad Efendi’nin zikir meclisinde zıp zıp sıçramaya başladılar. Vaktiyle itiraz ettikleri hakikat yoluna bağlandılar. Lisanlarına sükût mührünü vurdular…”

Tekrar Erbil’i Teşrif

Tekrar Erbil’i Teşrif

Ettiğim günden beri azm-i diyar-i iftirak
Dide-i hûn yârım olmuş çeşme-zâr-ı iftirak

Esad Efendi hazretlerinin Erbil’e gönderilmesi her ne kadar sürgün gibi gözükse de, olayın perde arkası bambaşkadır. Evvela sürgün olabileceğini iddia edenler neler demişler ona bakmak icap eder:

Tarihçi İbnülemîn’e göre, o sırada “bazı ehâdis-i şerîfe ile tercemelerini havi olarak tertip ve neşreylediği ‘Kenzü’l-İrfân’ isimli eserinin muzır olduğuna dair verilen jurnal üzerine, memleketi Erbil’e sıla-i rahim adı altında bir mazeret ile gönderilmiştir.”

Halbuki hazret bu eseri II. Abdülhamid Han hazretleri sayesinde yazdığını mukaddimede şöyle belirtir: “Semâ-i saltanatın hurşîd-i rahşânı sultân-ı selâtîn-i cihân veliyy-i nimet-i bî-imtinân es-Sultânu’l-Gâzî ‘Abdülhamîd’ hân-i sânî -eyyedehullahu Teâlâ-, Efendimiz hazretlerinin sâye-i maârif ser-mâye-i hilâfet penâhîlerinde ikmâl ve itmâmına muvaffak oldum.”

Necip Fazıl’a göre, Esad Efendi hazretlerinin Abdülhamid Han tarafından Erbil’e gönderilme sebebi meçhuldür: “Bu noktayı tam tespit edebilmek mümkün olamamıştır.”

Sultan Abdülhamid cennetmekân, durumdan haberdar olduğu ve Şeyh Hazretlerini yakînen bildiği için şikâyetleri duymamakta ise de, şikâyetler had safhaya varınca; Şeyh Esad Efendi (k.s.) Hazretlerine durumu bildirerek, ortalığın yatışması için; sıla-i rahim yapmak üzere Erbil’e gitmesi ricası üzerine Şeyh Esad Efendi Hazretleri dergâha yerine vekil olarak, halîfesi Hoca Yekta efendiyi bırakarak İstanbul’dan ayrılıp Erbil kasabasına gitmiştir. On sene kadar orada kalarak, orada da irşad vazifesini sürdürmüştür.

Şimdi ise olayın perde arkasında yatan gerçeği idrak etmeye çalışalım. Bütün tarih kitapları, Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın Panislamizm denilen Müslümanları bir araya toplama ideali ve gayretini lehte ve aleyhte dile getirirler. Bu çabasının bir parçasının da tarikatlar ve şeyhler olduğu mukayyettir.

“Tarikat şeyhlerini Anadolu ve Suriye başta olmak üzere, Güney Afrika ve Japonya gibi uzak ülkelere gönderdi. Halifelik sıfatını ön plana çıkararak Müslümanlar arasında birliği sağladı ve bunun yanında başta

İngilizlerin ve Emperyalistlerin oyununu bozmaya çalıştı. Bunda da muvaffak oldu. Halifelik sıfatını ise padişahlar arasında en fazla ön plana çıkaran yine II. Abdülhamid oldu. O, çeşitli isimler altında yurt dışına gönderdiği tarikat şeyhleri ve ilim adamlarıyla sadece birliği sağlamayı amaçlamıyor, beraberinde yeni bir İslâm’ı tebliğ çalışmasına giriyordu. Bunun neticesinde 1. Abdülhamid’in Çin’deki tesiri o kadar büyük oldu ki, Pekin’de onun adına bir İslâm Üniversitesi açıldı ve kapısında Türk bayrağı dalgalandı. Şam’dan Medine’ye kadar uzanan Hicaz demir yolunu inşâ Gönderdiği kişilerin başlattığı propagandalarla, Osmanlı sınırları içerisindeki tüm milletlere ortak düşmanın Batı Emperyalizmi olduğunu ve buna karşı mücadele edilmesi gerektiği mesajını iletti.29

Yine II. Abdülhamid dönemi, bir diğer yönüyle başta İngiliz ajanları olmak üzere emperyalist güçlerin, birçok ajanının Osmanlı Devleti’ni yıkma faaliyeti için en fazla mesai sarf ettiği dönemdir. Ajanların faaliyette olduğu bu dönemde Abdülhamid, şeyhlerle arasındaki yazışmalarını gizli tutmuştur. Bu yazışmalarda üçüncü bir kişinin olmamasına dikkat etmiştir. Bu gizlilik sebebiyle olsa gerek ki, gönderilenler sürgün, sıla-i rahm isimleri altında gönderilmiştir.”30

Sayın Göktaş bu haklı sözlerine de şöyle bir kuvvetli delil daha getirmektedir:

“Anadolu gerçeğini, köylüsünü ele alan ilk romancımız olarak bilinen “Küçük Paşa” romanının yazarı aynı zamanda valilikler ve Dâhiliye Nazırlığı yapmış bir devlet adamıdır. II. Abdülhamid tarafından, Dedeağaç’ta mutasarrıf iken Musul vilâyetine bâlâ rütbesiyle vali olarak gönderilen Ebubekir Hâzim Tepeyran’ın Esad Efendi (k.s.) hakkındaki verdiği şu bilgiler önemlidir:

Aşağıda okuyacağınız olay da, o, Musul’da vali iken yaşanmış bir olaydır, 1900 yılında Abdülhamid tarafından memleketi Erbil’de ikâmete memur edilen Şeyh Esad Erbilî ile ilgili, o sırada vali olan Ebubekir Hazım Tepeyran şunları söyler: “İstanbul’da bulunan tarikat şeyhlerinden Esad Efendi nâmında bir zât, mürit ve müntesiplerinin dikkati çekecek derecede çoğalmasından ve belki de bilinmeyen başka sebeplerden do-  layı Musul’a uzaklaştırılmıştı. O zaman ben Musul’da idim. Esad Efendi İstanbul’da maliye memurlarından olan akrabamdan Emin Bey’in pek ziyâde iltizam ile yazılmış bir tavsiye mektubunu getirmişti.31

Bir valinin “sürgün” için “bilinmeyen bir sebeple” ifadesi ve Esad Efendi (k.s.)’nin valiye mektup götürmesi bizce anlamlıdır.

Yine Kelâmî Dergâhında uzun yıllar kalmış bulunan Kastamonulu Hasib Efendi isimli zâtın konuyla alâkalı anlattıkları şöyledir: “Ben Kelâmî Dergâhında Esad Efendi (k.s.)’nin hizmetinde bulundum. Danimarkalı psikolog Carl Vett geldiğinde de ben dergâhta idim. Esad Efendi (k.s.), Erbil’e belli bir misyon üzere gönderilmiş idi. Bundan pek fazla kimsenin haberi yoktu. Ve orada kendisi İngilizlerin Osmanlı Devletini bölme oyununa karşı Türk Muhibleri Cemiyet’i kurarak mücadele vermiştir. Dolayısıyla Abdülhamid’in, Esad Efendi (k.s.)’yi Erbil’e göndermesinin nedeni İngilizlerin oyununu bozmak düşüncesiydi.”32

Esad Efendi (k.s.), Erbil’de kaldığı 10 yıllık süre içerisinde irşad faaliyetlerini sürdürmüş, buradaki Türkleri, İngiliz idaresine iltifat etmemeleri hususunda organize etmiştir. Bu arada oğlu Muhammed Efendi’yi, Türk Muhibban Cemiyetini kurmak ve Türkleri, Cemiyet-i Akvama (Birleşmiş Milletlere) müracaata teşvikle görevlendirmiştir. İngilizlerin Musul’u işgaliyle (1918) Türkler lehine yaptığı çalışmalardan dolayı Muhammed Efendi İngilizler tarafından Basra’ya sürgün edilmiştir. Esad Efendi (k.s.), Erbil’de kaldığı on yıl süresince İngilizlerin misyonerlik faaliyetlerine karşı çalışmalarda bulunmuştur.”33 Esad Erbilî Hazretlerinin bu başarısı yıllar sonra Menemen kurgusuyla İngilizler tarafından cezalandırılacaktır.

Erbil ve İstanbul’daki Dergâh Faaliyetleri

Erbil ve İstanbul’daki Dergâh Faaliyetleri

Erbil`de saliha bir hanım tarafından kendisi için teberrüken inşâ ettirilen tekkede Meşrutiyet’in ilanına kadar irşad hizmetiyle meşgul oldu. Mektûbat adlı eserindeki mektuplarının ekserisini, bu esnada Erbil`den muhîb ve mürîdanıyla haberleşmesi teşkil eder. Böylece bedenen İstanbul’dan, müridlerinden, sevenlerinden ayrı da olsa, mektuplaşmak sûretiyle gönülleri ihyâ etmiş, tarikatının canlılığını ve müridlerinin bağlılığını sürdürmesini bilmiştir.

Şeyh Muhammed Esad Efendi Hazretleri Erbil’de iken, dergâhta iki ihvân, Hoca Yekta efendiye hasetlerinden sihir yapmışlar ve Hoca Yekta efendi sihrin tesiriyle hastalanmış. Yine dergâhta sihir bozmasını bilen bir ihvân, sihir yapanların sihirlerini bozarak, Hoca Yekta Efendi kurtulmuş ve sıhhatine kavuşmuştur.

Yıllar sonra Esad Efendi Hazretleri İstanbul’a dönünce bu sihir hâdisesinden haberdar edilince, Hazret:

“Onlar bir daha dergâha gelemezler” buyurmuş ve hakikaten de o iki kişi, bir daha dergâha gelememişler, mânevî âlemden mahrum olmuşlardır.35

Esad Efendi (k.s.), Meşrutiyet’in ilanını müteakip kendisine Sultan II. Abdülhamid Han tarafından yapılan dâvete binaen, 6 Aralık 1908 tarihinde yeniden Dersaâdet’i teşrif buyururlar.

Padişah Sultan Reşad ile arası çok iyidir. Osmanlı’da mevcut bütün tarikat şeyhlerini toplayan bir heyet kurulur ve Esad Efendi (k.s.) bu heyete “Reis-ül Meşâyih: Şeyhler Heyetinin Reisi” seçilmiştir.

Sultan Reşad, Şeyh Esad Efendi (k.s.)’ye her alâkayı göstermekte devam etmiş ve ona, Üsküdar’da, Karacaahmed Çiçekçi durağındaki mescid ve zâviyeyi bağışlamıştır.”

Hatta Sultan Reşad’ın Esad Efendi (k.s.)’yi dergâhta arada ziyarete gelmeleri ve kendisine bizzat intisabları vâkidir. Bir gün Sultan Reşad resmî ziyaret sırasında, dergâhın gereken masraflarının gayet ağır olduğuna şâhit olur ve Esad Efendi (k.s.)’ye nezaketle sorar:

Üstâdım îradınız nedir? Bu kadar masrafa göre gelirinizi nerelerden temin ediyorsunuz?

O da:

Îradımız masrafımızdır, karşılığını Yani giderimiz kadar gelirimiz olur.
Kelamî Dergâhını zemin kat üzerine genişleterek yeniden inşâ ettirdi. Çünkü dergâh mevcudu almadığından bu genişletme zarureti hâsıl oldu. Üsküdar, Çiçekçi’deki Selimiye Dergâhı şeyhliği münhal olunca, buraya da vekil olarak oğlu Mehmet Ali Efendi`yi tâyin ederek kendisi de ara sıra gelip irşad hizmetini oğluyla müştereken devam ettirmiştir. Bu vazifeyi de tekkelerin kapatılmasına kadar sürdürmüştür.

İstanbul’a döndükten sonra Esad Efendi (k.s.), daha önce gerçekleştirilemeyen bir faaliyet alanına yönelmiştir. Bunları iki başlık altında toplamamız mümkündür:

Dervişlerin haklarını korumak ve vazifelerini gerçekleştirmek için tekke dışında bir kurum
Tasavvuf kültürünün topluma aktarılmasında geleneksel yollara ilave olarak yeni bir “yol bulmak”.38
Daha sonra Esad Efendi (k.s.) tasavvufu donukluktan kurtarmak, yeni bir canlılık vermek adına tekke dışında bir kurum olan “Cemiyet-i Sufiyye”yi kurmuş ve tasavvuf kültürünün topluma aktarılmasında yeni bir yol olarak “Tasavvuf” mecmuasını yayına başlatmıştır. Cemiyet-i Sufiye’nin kuruluş çalışmaları Kelâmî dergâhında yürütülmüştür. Bu sırada Bektaşî meşrep İttihad ve Terakki ile sıkı ilişki halinde olan “Muhibbân” dergisini yayınlayan bir tasavvufî grup daha vardır. Bunlar Şeyh Nailî Efendiyle yakın temas halindedir. Bu grubun fikrî ve îtikâdî açıdan biraz sıkıntıları vardır. Bunlar Esad Efendi’nin ehl-i sünnet çizgisindeki Cem’iyyet-i Sufiyye’sinin kurulmasına mani olmak isterler. Ancak Allah’ın izniyle muvaffak olamazlar.

Daha sonra, zamanın şeyhülislâmı Musa Kâzım Efendi cemiyetin reisi, Esad Efendi (k.s.) de ikinci reisi olur.

Zaten Esad Erbilî hazretleri bir Nakşî şeyhi olması hasebiyle, tarikatı Şeriat çerçevesinde izah eder ve ilim ile ulemâya önem verirdi:

“Âlim, îmân ve İslâm’ın ahkâmına hulus-i kalple inanan, bütün olgunluğuyla bunları tatbik eden, bilvesile bütün insanlara bu kutlu yolu öğretmeye çalışan, ahlâk ve âdetleriyle çevresine İslâm’ı temsil eden nadide insan demektir. İslâm’ın âlime verdiği mânevî kadr-ü kıymet; hiç bir sistem ve milletin muhayyilesinde mevcud değildir. Üstelik Dini Mübin, âlim için sevap şartı da koymuş; kimin hayrına vesile olursa, onu kendisi de işlemiş gibi sevaplandırmıştır.”

Cemiyetin kuruluşunu, Tasavvuf Dergisi şu şekilde haber yapmıştır: “Şeyhulislâm Musa Kâzım Efendi Hazretlerinin riyaset-i fahriyesi ve Kelâmi Dergâh-ı Şerifi şecdenişin-i irşâdı Şeyh Muhammed Esad Efendi  Hazretlerinin riyaset-i saniyesiyle bi-mennihi Teâlâ teşekkül eden Cemiyet-i Sufiyye’nin iftitahı, geçen perşembe günü Topkapı Tramvay caddesinde kaim cemiyetin daire-i fahiresinde turuk-ı aliyye meşâyih-i kiramından pek çok zevat-ı zevil ihtiram hazır bulundukları halde îfâ edilmiş ve mevlid-i mukaddes-i risaletpenahi menkabe-i mübarekesinin fuyuzat-ı ruhaniyesiyle mülk-ü milletin deavât-ı hayriyyesi tertil ve tilâvet olunmuştur.”

Esad Efendi (k.s.) cemiyetin kuruluşunda ve devamında tasavvufla alâkalı, konferans-seminer tipinde sohbetler yapmıştır. Cemiyetteki ilk ders de Esad Efendi (k.s.) tarafından verilmiştir.

Esad Efendi hazretleri, bu çalışmalarının yanında Meclis-i Meşâyih reisliği yapmıştır. Meclis-i Meşâyıh, tekkelerin işleriyle meşgul olmak üzere meşihat dairesinde kurulmuş bir teşekküldür.

Bu teşekkül, tekkelerin tarikat usûllerine göre idarelerini temin ve tekke şeyhliklerine faziletli ve münevver adamları seçip tâyin etmek vazifesiyle mükellef olup, eskiden beri mevcuttur. 5 Mart 1334 (1918) tarihli kanunun ikinci maddesiyle bir reis ve yedi âzâdan oluşmak üzere daha geniş mikyasta yeniden kurulmuştur.

Cumhuriyet dönemine kadar hayatiyetini devam ettirmiş olan bu müessese, önceleri Meşihat Makamının bir dairesi şeklinde Şeyhülislâmlık müessesesine bağlı olarak kurulmuştur.

Şeyhu’l Meşâyih Vazifesine Gelmeleri

Şeyhu’l Meşâyih Vazifesine Gelmeleri

Esad Efendi (k.s.), II. Abdülhamid zamanında, Ahmet Muhyiddin Efendi’nin reis olduğu dönemde Meclis-i Meşâyıh âzâsı olmuştur. Erbil’e gidip geldikten sonra tekrar 1332/1914’de Meclis-i Meşâyıh üyeliğine getirilir. Yine, aynı yıl Elif Efendi’nin istifası üzerine Meclis-i Meşâyih Reisliği’ne getirilir.46 Reislik maaşı bin kuruş olarak belirlenmiştir.

Reisliğe tâyin tarihi: 22 Cumâdelâhıre 1332/5 Mayıs 1330. Esad Efendi (k.s.)’nin görevlendirilmesiyle ilgili yazı şu şekildedir:

Meclis-i Meşâyih hey’et-i hâzırâsının tebdiliyle, riyasetine Kelâmî Dergâhı şerifi şeyhi Erbilli Şeyh Esad ve âzâlıklarına Yenikapu Mevlevihanesi şeyhi  Abdülbaki ve Hazret-i Hüdayî Dergâhı şeyhi Gülşen Efendiler tâyin olunmuştur. Bu irade-i seniyyenin icrâsına makam-ı meşihat  memurdur.

22 Cemaziye’l-âhir sene 1332/1913
Mehmet Reşad-Şeyhülislâm Hayri
(Ceride-i İlmiyye, sayı. 1, sene 1332/1913)

Meclis-i Meşâyih Reisliği yaparken Esad Efendi (k.s.), tekkelerin ıslahı ve şeyhliklerine ehliyetli kimselerin tâyini ile şeyh evladının en iyi şekilde yetiştirilmelerini temin istikâmetinde çalışmalar yapar. Padişah Sultan Reşâd’ın sevgisini kazanan Esad Efendi (k.s.), aynı yıl içinde “Surre Emîni” olarak hacca gönderilir. 1331/1915 yılında Meclis-i Meşâyih reisliğinden istifa eder.

Surre Alayı uğurlanırken, Esad Efendi (k.s.) yanında törene katılanlarla birlikte bir İtalyan ressamı tarafından resmedilmiştir. Bu resim şu anda İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nın girişinde bulunmaktadır. İtalyan ressamlarda, ressamın kendisini resme katması âdet oluğu için resimde İtalyan ressam da bir kenarda görünmektedir.

Milli Mücadele Yılları

Milli Mücadele Yılları

Necip Fazıl Kısakürek bu hususta şöyle  der:

“Nihayet Milli Mücadele bütün İstanbul, Türkün bu ölmemek irâdesi karşısında vecd ve heyecanların en keskinini yaşıyor. Bütün mü’min eller semalara açılmış, dua ve niyâz hâlinde. Esad Efendinin de elleri onların arasında.”

Esad Efendi hazretleri, Milli Mücadele yıllarında bu mücadeleyi desteklemiştir. Hatta Fevzi Paşa, hayır duasını almak ve elini öpmek için Esad Efendi (k.s.)’yi ziyarete gelmişti. Esad Efendi (k.s.) o yıllarda yetmiş yaşını bir hayli geçmiş bulunuyordu. Fevzi Çakmak Paşa’nın Esad Efendi (k.s.)’yi bu ziyareti ilk değildi. Daha önce de değişik vakitlerde ziyarette bulunmuştu. Buna rağmen Esad Efendi (k.s.), Fevzi Çakmak Paşa’yı ilk etapta hatırlayamıyor. Elini öpmek ve hayır duasını almak için yanına doğru yaklaşan Fevzi Paşa’ya:

Sizi tanıyamadım evladım, siz kimsiniz?, diye soruyor
Fevzi Paşa da:

Fevzi kulunuz şeyhim,
Esad Efendi (k.s.), Fevzi Çakmak Paşa’nın Anadolu’ya geçmek üzere bulunduğunu öğrenince, ona ve Milli Mücadele’ye şöyle dua ediyor:

İnşaallah muvaffak olursunuz, Allah sizinledir evladım.
Fevzi Paşa ile alâkalı da bir keramet anlatılır; hareket esnasında bir kış gecesi, cephe kumandanı olması hasebiyle, maiyyetine birkaç kumandan daha alarak cepheyi tetkike çıkıyor. Bu arada öyle bir hâl oluyor ki, yolu kaybediyorlar. “Acaba düşmanın içine mi girdik, neredeyiz?” diye şaşırıyorlar.

Gece yarısını geçmiş, sabah yaklaşırken bir çeşmeye tesadüf ediyorlar. Hemen hatırına geliyor; Esad  Efendi Hazretleri bana; “Sıkıştığın zaman yardım iste.” demişti, işte şimdi tam zamanıdır, diyerek atından iniyor. Abdest alıp iki rekât namaz kılıyor ve tekrar atına biniyor. Biraz sonra bakıyorlar ki, karşıda bir çoban ve koyunları var. Çobana yaklaşıyorlar. “Bize yol gösterir misin” diyorlar. “Göstereyim” diyerek önlerine düşüyor. Çoban önde onlar arkada uzun bir müddet yürüyorlar. Nihayet bir yola çıkarıyor onları ve: “Böyle gidersiniz” diye yolu tarif ediyor. Güneş de ilk ışıltısını vermiş. “Böyle gidersiniz” deyince yüzünde bir aydınlık beliriyor. Bir de bakıyor ki, Şeyh Esad Efendi Hazretleri…

Said Nursi’nin Esad Efendi Hazretlerini İmtihana Kalkışması

Said Nursi’nin Esad Efendi Hazretlerini İmtihana Kalkışması

O yıllarda bir gün Said Nursi, Esad Efendi Hazretlerine sorup onu imtihan etmek üzere on tane sual hazırlamıştır. Tekkeden içeri girer girmez henüz sorularını sormadan. Hazret “Evet, gel bakalım Said Efendi. Suallerinin hepsi teker teker yazılı mı elinde? Birincinin cevabı şu, ikincinin cevabı bu, üçüncünün cevabı bu.” diyerek on sorunun da cevabını verir ve ekler “Bir daha Allah yolunun yolcularını imtihan etmeye kalkmayın..” Bunun üzerine Said Nursi’nin hatasını anlayıp özür dilediği, hatta bir rivâyete göre Esad efendi hazretlerinden -kendi mizacına daha uygun bulması sebebiyleKâdirî dersi istediği rivâyet edilir.

Şemâili

Şemâili

Şeyh Muhammed Esad Erbilî (Kaddesallahü Sırra- hül Aziz); uzuna yakın, orta boylu, buğday tenli. Beyaz sakallı, sîmâsı nûrâni olup güzel yüzlü, heybetli, vü- cutça mülahham idi. Güzel yüzünü görenler meftun ve âşık olurlardı. Çok kuvvetli bir hâfızaya mâlik (sâhip) ti. Seneler evvel görüştüğü zâtı hemen tanır, konuşur- ken mevzuyu hatırlardı.

Ahlâken, gayet halim-selim, mütevâzı, yumuşak huylu ve melek sıfatlı idi. Mü’minler ve evlâtlarına karşı daima şefkatli, mütebessim (güleryüzlü) olur- lar, kendi hallerinde iken de, dâima hüzün ve düşün- celi olurlardı.

Vakur, îtidâl ve temkin ehli idi. Takvâ ve verâ, hayâ ve edeb sâhibi idi. Temiz, sade ve düzgün giyinirlerdi. Az yer içerler ve az uyurlardı. Sözlerinde ve gözlerinde hikmet ve irfan nûru parlardı. Zâhir ve bâtın ilimleri ile mücehhez (dolu), âlim ve kâmil bir zât  idi.

Ana lisânı Türkçe olmakla beraber, ayrıca; Arapça, Farsça ve Kürtçe lisanlarına fevkalâde vâkıf idi. Aynı zamanda Allah ve Rasûlüne âşık idi; Divân-ı Esadiyye’si meşhurdur. Türkçeyi kullanmada maharetliydi. Hüse- yin Vassaf beyin ifadesiyle:

“Selika-i kalemiyyesi ve tarzı mânâdaki tevcihi ken- disini sahife-i edebiyatta sernâme-i mübâhat eyleye- cek derecededir.”

Esad Efendi Hazretleri, kendisi tekkeden yetişmiş bir şâir olduğu için, dîvan edebiyatını benimsemiş ve aruzu büyük bir ustalıkla kullanmıştır.

O mübârek Sultan, bütün ömrünce Allah ve Rasûlullah (s.a.v.) aşkıyla yanmış ve kavrulmuştur. Dîvânındaki be- yitler bunu açıkça göstermektedir.

Muhammed Esad Erbilî hazretleri, evli ve dört çocuk babasıdır. Oğulları Mehmet Ali Efendi, uzun yıllar Seli- miye Dergâhı şeyhliği yapmış ve Menemen hâdisesiyle ilişkilendirilip yargılanarak idam edilmiştir. Diğer oğlu Muhammed Efendi ise, Erbil’de ikamet etmiş, İngilizlerin Musul’u işgali sırasında İngiliz idaresine iltifat etmeyip, aksine Türkiye lehine çalışıp, Türkleri Cemiyet-i Akvam (Birleşmiş Milletler)’e müracaat için teşvik etmiştir. Esad Erbilî’nin iki kızı olmuştur. Esmâ hanım ismindeki kızı genç yaşta vefat etmiştir. Diğer kızı ise Saadet hanım- dır. Torununun birinin ismi Tâhâ’dır. Esad Efendi haz- retlerinin torunlarından biri de Mehmet Ali Efendinin  iki oğlundan biri Mesut Efendidir. Esad Efendi (k.s.)’nin, Erbil’de ikamet etmiş olan Şeyh Abdurrahman Efendi ve Nakşibendiyye ve Kadiriyyeden, icazetli aynı  zamanda kendisinin halifelerinden olan Şeyh Abdussamed is- minde biraderi vardır. Yahya Efendi nâmında bir de ye- ğeninin olduğunu kayıtlardan tespit edebildik.

Daha Fazla Bilgi: Ömer Muhammed Öztürk, Şeyhul Meşayıh Eş-Şehid Muhammed Es’ad Erbili, Misvak Neşriyat, Ağustos 2017)

Menemen Vak’ası ve Esad Efendi Hazretleri

Menemen Vak’ası ve Esad Efendi Hazretleri

Ne mümkün bunca âteşle şehidi aşkı gasl etmek
Cesed âteş, kefen âteş, hem âb-ı hoş-güvar ateş.

Menemen Hâdisesi 1930 senesinin sonlarında İzmir’in Menemen kazâsında meydana gelmiş, getiril- miştir. Bir tertipten ibaret olan bu hadise ile hedefle- nen şey başkadır. Ve sonunda hükümet, esas “suçlu”yu bulur: ‘Cinayet, devrimleri sindiremeyen Nakşîlerin işi- dir!’ Hemen örfî idare (sıkıyönetim) ilan edilir.

Menemen hâdisesinin baş mes’ulü olarak Muham- med Esad Efendi görülmüştür. Âsilerden biri vaktiyle 10 gün şeyhin evinde kaldığını söylemişti. Ayrıca Esad Efendi’nin Bursa kaplıcalarına gidişinde kendisini karşılayanların  çokluğu  hükümeti  endişeye düşürmüş;

Ankara’dan gidenlere bile yapılmayan tezahüratın, bir hocaya layık görülmesi hiddete yol açmıştır. Menemen hâdisesi, bu nüfuzlu şeyhi bertaraf etmek için bahane olmuş; maznunlar da onunla bir şekilde irtibatlandırılarak yargılanmıştır.

Menemen vâkıasına -o dönemin iletişim ve ulaşım şartlarında ne şekilde olduğu belli olmasa da karıştığı gerekçesiyle Sarıkamış’tan hocaefendiler getirilerek yargılanmıştır. 1930 yılında hazırlanan bu hâdise ile o seneye kadar ortadan kaldırılması şu veya bu sebeple mümkün olmamış büyüklerin son kez elenmesi hedeflenmiştir. 1930’a kadarki o az bilinen kapalı tarih ile ilgili yaşadıklarını bir Albay hatıratında şöyle yazar: “Ankara’da bize bir gece askerlerinizi götürün ve gelen yük vagonlarının başında nöbet bekleyin diye talimat verdiler. Komutana sordum, ‘Yâhu bu yük vagonlarını beklemek için şu soğuk havada asker götürmenin mânâsı ne?’ Komutan: ‘Yük vagonlarının içinde ne var sen biliyor musun?’ ‘Bilmiyorum komu- tanım’ Komutan: ‘O yük vagonlarının içerisinde Konya, Seydişehir ve civarının bütün âlimleri var. Yarın sabah hepsi idam edilecek.’ dedi.” Nitekim sûikast ile öldürü- len Uğur Mumcu der ki: “Bunlara İstiklal Mahkemeleri diyemeyiz, olsa olsa İstiklal İnfaz Kurumları diyebiliriz. Çünkü bunlar sadece gelenleri infaz ettiler.” Malumdur o dönemde 8 farklı İstiklal Mahkemesi kurulmuş ancak bunlardan biri olan Ankara’daki -diğer 7 tanesi yokmuş gibi- kamuoyu tarafından bilinmektedir. Bu 8 mahkemede, sözde yargılamaları yapanlardan sadece bir tanesinin hukukçu olması, bu mahkemelerin tamamen güdümlü ve verilmiş belli kararların uygulanmasıyla vazifeli olduklarının kanıtıdır. Yıllar sonra Cellat Kara Ali, gazetecilerin kendisiyle yaptığı bir röportajda son 12 yıl içinde (sadece kendisinin) 5216 kişiyi astığını söy- lemiştir. ‘Üç bin küsuru Konya’da, kalanı da İzmir’in is- tirdadından bugüne.

Olaydan 20 yıl sonra Burhanettin Onat, meclis kür- süsünden şöyle diyecektir: “…Senelerden beri din mevzuu bu kürsüye irtica mevzuu olarak gelmektedir… Menemen hâdisesini bir irtica vak’ası diye kabul etmeye hakkınız yoktur. O, birkaç esrarkeşin şuursuzca yaptığı bir harekettir. O zamanki devrin, idarenin te- mizlik hareketi için elinde bir silah olarak kullanılan bir vasıtadır.”

Nitekim Menemen hâdisesi ile ilgili de ABD’nin An- kara sefiri Grew, ‘Hâdiseden gerçekliğinden şüphelen- mek için kâfi sebep vardı’ demiştir. Fethi Bey ve Rıza Nur, hâdisenin müsebbibinin hükümet olduğunu söy- lemiştir. Aynı şekilde Necip Fazıl Kısakürek ve Mustafa Müftüoğlu’dan sol çizgideki Prof. Dr. Mete Tunçay’a ka- dar pek çok araştırmacı yazar Menemen Hâdisesinin mizansen olduğunda fikir birliği içindedirler.

  • Aralık 1930’da Menemen’de meydana gelen hâdisenin perde önündeki baş aktörü Giritli Mehmed isimli bir esrarkeş Her nedense, bu hâdiseden bah- sedilirken hep onun ismi söylenir ve onun bir Nakşî ol- duğu belirtilir. Hâlbuki hakikatler öyle değildir. Giritli Mehmed sadece bir piyondur.

Kubilay’ın Ailesinin Beyanları

Hâdisenin başka merkezlerde ve en ufak teferruatı düşünülerek tezgâhlandığı kesindir. Üstelik hâdisenin Menemenlilerle, Nakşilerle ve dindar Müslümanlarla en ufak bir alâkası yoktur. Bunu, katledilen yedek subay Mustafa Fehmi Kubilay’ın eşi ve oğlu da açıkca ifade etmişlerdir. Kubilay’ın hanımı Fatma Vedide Ersuz, vefat etmeden evvel şunları ifade etmişti:

“Ben eşimin katledilmesi olayından sonra bu menfur olayı umumileştirerek Menemenlileri de, din adamlarını da hakir gösterenlerden yana değilim.”

Kubilay’ın oğlu Vedat Kubilay, hâdisenin Menemenlilerle hiçbir alâkası bulunmadığını bildiriyor ve şunları ifade ediyor:

“Menemenlilerin suçlanmasının sebebi, esrarkeşlerin ip istemesi sırasında 2-3 kişinin koşarak ip getirmesidir. Yoksa Menemenlilerin hâdisede hiçbir suçu yoktur. Olay Türkiye’nin başka bir yerinde de yaşanabilirdi. Menemenlilerin hâdiseye karışmadıklarının başka bir delili de, muhitinde sevilip sayılan itibarlı biri olan Saffet Hoca’nın esrarkeşleri kapısından kovmasıdır. Hâdiseyi daha kuvvetli gerçekleştirip ehalinin desteğini sağlamak için geldikleri sabah Saffet Hoca’yı saflarına çağıran esrarkeşler, aradığı ilgiyi bulamamış- tır. İleriyi gören bir âlim olan Saffet Hoca kendilerine, ‘Sizin yaptığınızın din ile alâkası yok’ der. Esrar içtik- lerini anladığı için böyle konuşmuş olabilir. Tabii sadece Saffet Hoca destekleseydi, olayın çapı çok daha büyürdü. Hocanın onları kovalaması Menemenlilerin yüz akıdır. Defalarca söyledim. Menemenlilere dargın değilim. Menemenlilerin hiçbir kabahati yok. Hatta Menemenlilerin iftihar etmesi lazım. Şayet isyancı- lara uysalardı, mani olunamaz olay ile sarılamaz yara- lar açılabilirdi.”

Bu süreçten sonra tarihe kara leke olarak geçecek olan hükümler belli oldu. Mahkemede, hakkında verilen idam cezası yaşlılığı sebebiyle müebbet hapse çevrildi. Oğlu Mehmed Ali Efendi ise idam edildi. Esad Efendi (k.s.) Menemen’de askerî hastahanede tedavi görürken 3/4 Mart 1931 gecesi vefat etti. Onun zehirletilerek öl- dürüldüğü şeklinde bir kanaat de vardır. Üstad Necip Fazıl da, Esad Efendi hazretlerinin evvela yavaş yavaş zehirlendiğini lakin bu hastalığını arttırmaktan başka bir işe yaramayınca, kaldırıldığı Askerî Hastahanede bir gece damar içi bir şırınga ile tekrar zehirlenerek şehid edildiğini yazar.

Hatta anlatıldığına göre, gelen doktor Esad Efendi (k.s.)’nin kaldığı hücreye girip iğneyi yapmaya çalı- şır ama elleri de titrer. “Evladım sen vazifeni yap, saa- timiz gelmişse o tesir eder, Cenâb-ı Hak bizi öbür ta- rafa götürür. Saatimiz gelmemişse de bir şey olmaz, zarar gelmez” der.

Konuyla ilgili Ali Ulvi Kurucu şöyle der: “Esad Efendi Hazretleri:

N’ola bir kerre şâd olsun cemâl-i bâ kemalinle

Mısraında dediği gibi hakikaten Rasûlullah (s.a.v) yolunda şehit olmuş bir mü’min-i kâmil, bir veliyy-i muhlis idi.”

Cenazesi ailesine verilmeyerek resmî makamlar tarafından Menemen’de defnedildi. 1950’li senelerinde harfiyat çalışmaları bahanesi ile mezarlar kaybedildi. Mezarının bulunduğu arsa üzerinde 1962-1963 yılla- rında bir cami yaptırıldı.

Esad Efendi (k.s.)’nin mezarı gizlenmiş, kimseye gösterilmemiş ve böylece gözlerden ırak bir yerde kaldı- rılmıştır. Defn işi gece yapılmıştır. Esad Efendi (k.s.)’nin kabrini ziyarete Menemen’e giden bir zât başından ge- çeni şöyle anlatır: Kabri sormak için münasip birini ararken gözümün kestiği zâta: “Ben Esad Efendi (k.s.)’nin kabrini ziyaret etmek istiyorum. Nerede olduğunu bili- yor musun?” der. O zât: “Aman sus. Sesini çıkarma, ben onu sana gizlice tarif edeyim” der. Ve bir müddet sonra, kabri soran zâtı alır, ikiye ayrılmış dağın eteğine götü- rür. Şu yukarıdan gelen derenin ikiye ayrıldığı yerde dur. Sağını solunu gözet. Mutlaka burnuna güzel bir koku gelecek. Bu güzel kokunun kaynağına dikkat et. Bilesin ki, aradığın mezar o kaynaktır, diye tarif eder. Kayserili ziyaretçi zâtın itirafı şu şekildedir: “O tarif edilen yere vardığımda, ilâhi bir mânevî gül kokusu etrafı sarmıştı ki, kokunun kaynağına gelip durdum. Gördüm ki hakikaten kabre benzer bir şey var. Kabrin başında kabir âdâbına riayet ederek gerekeni yaptım ve murakabeye daldım. Esad Efendi (k.s.)’nin rûhu ile rûhum mânevî bir şekilde buluştu.”

Mezarıyla ilgili İzmir’de ikamet etmekte olan Dok- tor Dursun Bey’in anlattıklarına göre bir diğer rivâyet de şöyledir: Sâmi Efendi hazretleri, bir gün İzmir’i teşrif buyurdular. Ve bize: “Haydi Menemen’e gidelim, Esad Efendi (k.s.)’nin kabrini bulalım” dediler. Arabayla Menemen’e gittik, bir müddet gezdikten sonra bir yerde durduk ve arabadan indik. Kendileri biraz ilerledi ve uzun süre dua ettikten sonra: “İşte Esad Efendi (k.s.)’nin kabri şurası, 29 halîfesi de şurada medfundur dedi. Bu arsayı satın alın ve buraya cami yaptırın” diye emir buyurdu- lar. Arsa satın alındı ve dedikleri yere şu anki Safâ Camii yaptırıldı.178 Caminin projesini Sâmi Efendi hazretlerinin damadı Ömer Kirazoğlu bey çizmiş, yapım kalfalığını da Mahmut Gezer bey bizzat üstlenmiştir.

Sami Efendi Hazretleri

Sami Efendi Hazretleri

Abdulhamid Han’ın tahttan indirilmesiyle başlayan süreçte, Osmanlı Devleti içeriden ve dışarıdan büyük darbelerle yıkılmış, 24 milyon km2‘den sonra, 780 bin km2‘lik bir alana sıkışmış memleketimizde İslâmî mü­esseseler de büyük ölçüde ortadan kaldırılmış, böylece dîni hayat ve dîni tedrîsat güçlü bir tırpan yemiştir.

Tabii ki her şey Allâh Azimüşşânın takdiri ve mü­saadesiyle gerçekleşmiştir. Cenâb-ı Hakk’ın: “İdareleri halk arasında belli zamanlara tâyin ettik” kavl-i şeri-fiyle açıkladığı üzere, Şer’î Şerîf’in kaldırılmasını takdir etmiş, ancak o kaldırılma sırasında Esad Efendi Haz­retleri gibi büyük bir velî göndererek, O’nun yüzü suyu hürmetine, O’na nazar atfederek, o şeriatın kaldırılma­sından ötürü gelecek belâ ve musibetleri en hafife ve en aza indirmiştir.

İnsanların camiye gitmekten korktuğu zamanlar­dan geçilmiş, Demokrat Parti döneminde ve sonrasında biraz rahatlama olduysa da Müslümanlar için sıkıntılı şartlar ve özellikle dîni tebliğ vazifesini üstlenen kişi­ler için zorluklar devam etmiştir.

Her şeye rağmen kalplerdeki îman sökülememiş, Müslümanların sayısı azalmamış, aksine artmıştır.

Esad Efendi hazretlerinin en önde gelen halifesi Sâmi Efendi Hazretleri 19. yüzyılın sonlarında doğ­muş, yaratılıştan gelen hususiyetleri ve bağlı bulunduğu mânevî kaynağın yanında son Osmanlı müktesebâtından da istifâde ederek yetişmiş, etkisi Türkiye sınırlarını çok aşan ve 20. yüzyılın çoğunluğunu kapsayan bir irşad dönemleri olmuştur.

En zor şartlar altında bile İslâm’ın yaşana­bilir olduğunu, Sünnet-i Seniyye’yi harfiyyen yaşama­nın her asırda mümkün olduğunu yaşantılarıyla ispat etmişlerdir.

Otuz yıla yakın Sâmi Efendi Hazretleri’nin hizme­tini görmüş, ona hicret yoldaşı olmuş, nihayet vasiyet kendisine yapılmış, techiz ve tekfin kendisine havale edilmiş zât ise Ömer Öztürk Efendi’dir.

Hazret-i Sâmi (k.s.), herkesin aklına kazımak ister­cesine 1976’dan 1984’e kadar aile içinde ve ihvan hu­zurunda defalarca şöyle buyurmuşlardır:

– Ömer Öztürk benim en emin ihvanımdır. Ken­disi mânen vazifelidir. İhvana kılavuzdur.

Sami Efendi Hazretleri hakkında detaylı bilgi:

http://ramazanoglumahmudsamiks.com/

Mahmud Sami Ramazanoglu Hazretlerinden GÖRÜNTÜLER